Yazılanların içeriğinin dengesiz olmasından, uzun süreli aralıklardan, kötü esprilerden, güzelliklerden, çirkinliklerden, paylaşımlardan, sessizliklerden, sorulardan, cevaplardan, fikirlerden, kendini beğenmişliklerden blog sahibi sorumludur. Bu durumdan da çok memnundur. Blog ermiş kedi cingöz ve sapsal köpek majör'e ithaf edilmiştir.

21 Ağustos 2010 Cumartesi

Umea 19 Agustos

...Ve sabah 6:30 civarında boynuma saplanan ağrı ile uyandım!! Büyük poları neden almadım ki hayıflanmasını da listeye ekledikten sonra panik oldum, annemi istedim ve naprosin sürdüm. Somurtuk bi şekilde yoga yapsam iyi gelir diye düşündüm.. Yere baktım, pistir dedim, onu silmek için bişiler bulmaya çalıştım, bulduğum paspası kaynar su ile dezenfekte edip biraz elma sirkesiyle yerleri sildim. Kuruyunca matımı serdim yere, meditasyon yapmayı denedim, beynimin durmasına imkan yok şu anda!! En azından yoga yapiym dedim.. I-ıh.. olmuyo!! Ben de bilgisayar başına oturup Umea Maceralarımı yazmaya başladım.. Balımdan aldım yarım kaşık, son kalan 2 dilim böreğimi yedim ve yazdım..

Baktım ki böyle bunalım takılmak olmuyo, duşa giriym sıcak su iyi gelir dedim, duş güzeldi ama su istediğim gibi kaynar değildi malesef.. Kendi duşum olsa olur muydu diye düşündüm, çıkıp donarak kendimi odama attıktan sonra “saç kurutma makinesi mi götürüyosun” diyen M’e içimden koca bi “hıh” çekerek tüm vücudumu sıcak havaya boğdum! Saçlarımı da kuruttuktan sonra biraz Sandık İçi okudum, keyfim yerine geleceğine daha da bozuldu, hep nostaljik yazmış, bol bol anne temalı, bana inat mı ne? :)P

En sonunda giyinip odadan çıkabildiğimde saat 11e yaklaşıyordu. Önce design school’a giderim oradan da markete gidip yastık alırım diye düşünürken yolu bir türlü bulamayınca soluğu kampüste aldım. Oradaki international office’e sorup yolu öğrendikten sonra ufak çapta bir alışveriş daha yaparak (1kg peynir, kocaman ekmek, patates salatası, pesto sosu = 155kr) onları odaya bıraktım, patates salatası yanına ekmek üzeri pesto sos yapıp yedim ve mutlu mutlu sırıttım :) Biraz da kitap cips keyfi yaptım yemek üzerine ki değmeyin keyfime!

Saat 1’e doğru yola koyuldum ve sevgili T’min içindeki navigasyon cihazını hacıladığımı fark ettim.. İlginç bi şekilde heryer çok benzer ve yollar karışık da olsa içgüdüsel olarak saptığım yolların (her zaman değilse de) çoğunlukla doğru çıktığına tanık oluyorum buradayken!! :D
Tasarım okulu konusunda ise malesef bu şekilde gelişti işler diyemiycem, 100 metre kalmışken pes edip birisine sordum ;) Vee, okula ulaştım.. Ama kapı açılmıyor!! Kapının önündeki korkuluklara yaslanmış olan kişi, kapı açılmayınca karizmayı bozmayıp sanki diğer kapının yerini iyi bilir gibi binanın iki yanına gidip kös kös ana kapıya dönen bana, “burda mı okuyorsun” diye sordu. Ve aynı programa geldiğimizi ama onun da kapıyı açamadığını öğrendim.. Kapının yanındaki zillere sırayla basmaya başlamıştım ki kapı açıldı, ama bu zillere basınca mı oldu yoksa belli bi saati mi vardı inanın bilmiyorum!! :)

İçeride bizim kontak kişimiz olan Osa’nın (Aza diye yazılıyo) odasına gittik ama yarın 8:30da döneceği yazıyordu.. Biz de odadaki diğer kişiden bize internet için yardım etmesini istedik, o da bizi IT’ci Peder’e götürdü (Pieter diye okuyabiliriz ) ve Peder bize kampüs içi kullanabileceğimiz geçici wireless şifrelerimizi verdi. Bu arada eşinin hamile olduğunu ve genellikle İsveç’te cinsiyetin öğrenilmemesinin tercih edildiğini de bilgilerimize ekledik ;)

Kapının önünde tanıştığım ve aynı programa gittiğimiz Andrew ABD’den gelmiş ve biyoloji okuduktan sonra 6 sene Exhibition Design yapmış bir abimiz. Sırtında kocaman bir çantası ve yanında bisikleti vardı, ki onu teee Emerikanyalardan taşımış bu soğuk kuzey Avrupa ülkesine. Oralardan buralara niye gelinir diye sorduğumda daha önce Norveç’te 1 sene okuduğunu ve kuzey Avrupa’yı çok sevdiğini öğrenmiş olduk. Benim planım okuldan sonra ICA Maxi’ye gidip kendime güzel bir yastık almaktı ama ICA maxi şehrin neredeyse diğer ucunda olduğu için yastık almayı ertelemeyi kafamdan geçirmemi engelleyen tek neden boynumun sürekli sinyal vermesiydi aslında. Andrew “hazır bu taraftayken şehir merkezine de bakalım” diyince nasılsa ICA Maxi 9’a kadar açık diye düşünüp onayladım ve şehre doğru yürümeye koyulduk. Hava kapalı ve soğuktu, Ağustos ortasında böyleyse kışın öldüm ben diye geçirdim içimden..

Şehir merkezine vardığımızda Andrew benim yastık aradığımdan haberdardı artık ve arayışıma ortak olmuştu. Biraz gezindikten sonra Tourist Info’ya uğrayıp haritalar ve broşürleri çantaya atıp, nereden yastık bulabileceğimizi sordum. Hemen havuzun olduğu meydanı kesen yollarda MVG diye büyük bir dükkanın ikinci katındaki HemTex’te bulabileceğimi öğrenince yüzümde güller açtı bu soğuk kuzey ikliminde (böyle kasvetli yerlerde böyle ağdalı cümleler kurmak gerek biraz da di mi ama ;)) Vee, yastığımı hemtex’te sadece 49sek’e (ki 149’dan düşmüş) buldumm!! Ayrıca kocaman da bir torba verdiler ki böylece alışveriş yaparken TAI torbamın yanı sıra yanıma alabileceğim bir büyük torbam daha olmuş oldu :) Az biraz da meyve (3 muz, 2 şeftali = 25 sek) alışverişinden sonra Andrew’in bisikletini bırakmış olduğu tasarım okulunun önüne geri döndük. İnternete girebilmek için üniversitede sosyal bilimlerin üzerindeki kafede buluşma kararı aldık ve ben yastığımı bırakıp mukmuk’u almak için yayan olarak yurda doğru yola koyuldum.

Yolda göl kenarında ördeklerin yanında oturup muzlardan bi tanesini hüplettim.Yurda geldikten sonra biraz ortalığı toparladım, patates salatamdan yedim, uyuşukluk yaptım ve mukmuku alıp kampüse gidip sosyal bilimler binasına ulaştım. Biliyorum, kafe yukarıda, görüyorum da.. Ama ilginç bişi var ki etrafta hiç merdiven yok! Yani merdiven var aslında ama yukarıdan başlıyor! :) Biraz dolanıp aslında çok da zor olmayan denklemi ilk gördüğüm kapıdan girip üst kata çıkıp, tekrar boş orta alana çıkıp yukarıdan başlıyor dediğim merdivene ulaşarak çözmüş oldum :D Kafeye gidip oturdum, mukmuku açtım, ama internete bağlanamadım!! Birkaç kez denedikten sonra pes edip Sandık İçi okumaya başladım ki Andrew I-phone’unu verdi kullanmam için.. Ben de heyecanla annişe kocaman bi mail attım :) Biraz daha oturduktan sonra yavaştan gidelim alışveriş yapalım dedik ve Alidhem (Olidhem diye okunuyoo) tarafındaki alışveriş merkezine gittik. Burada 2 tane market var, ICA ve Coop. ICA’yı denediğim için Coop’a bakiym dedim ve bulduğum bu yeni market indirimdeki çiftli ürünleri ile Türkiye özlemi çeken gönlümü kazandı. Buradan da 1 kutu yoğurt (süt kutusunda gibi, biraz daha sıvı bişi ama tadı güzel), 1.5kg’lik bi yulaflı müsli, 1 kutu meyveli crunch müsli, 4lü el bezi, limonlu muffin, kahveli çikolatalı minik kekler ve 100lük lipton earl grey aldım ve 125kron ödedim. Alışveriş sırasında T’m aradı ama sesi cızır cızır geldiği için konuşamadık doğru düzgün, yine de cızırtılı sesi bile güzeldi :)

Alışverişten sonra yurtlara dağıldık, pek bereketli patates salatamdan yedim ve sonra tatlılarımın tadına bakarken kitap okuyup keyif yaptım ;) Annişlerle konuştum ve 6dk için 38tl kesildiğini görünce Turkcell’le ilgili çok da hoş olmayan düşüncelerimi geri plana atıp buradan bir sim kart almaya kesin karar verdim!! T 11 gibi ararım dediği için ayık kalmaya çalışsam da odaya geldiğimde ışık azlığından ve yapacak az şey olmasından dolayı yine 10 gibi sızıvermişim! Gece T aradı ve ben uyku mahmurluğuyla mutlu mutlu konuşurken akşam yaşadığım olayı hatırliyp “hiiii kapatalım cok kalles bu Turkcell!!” dedim :) Kapattık :(

1 yorum:

  1. merhaba;
    yazınların güzel fakat fotoğrafta eklemiş olsaydın daha hoş olurdu.

    YanıtlaSil

Teşekkürler! Thanks! Grazie! Danke! Tack! Merci! Misaotra! Gracias!