Yazılanların içeriğinin dengesiz olmasından, uzun süreli aralıklardan, kötü esprilerden, güzelliklerden, çirkinliklerden, paylaşımlardan, sessizliklerden, sorulardan, cevaplardan, fikirlerden, kendini beğenmişliklerden blog sahibi sorumludur. Bu durumdan da çok memnundur. Blog ermiş kedi cingöz ve sapsal köpek majör'e ithaf edilmiştir.

20 Ekim 2010 Çarşamba

Kuzey Işıkları

Aylardır çok düzenli yazıyormuş taklidi yapıp, kaldığım yerden devam etmeye karar vermiş bulunuyorum..

Arada geçen zamanlar, ve muhtemelen araya girecek zamanlar için hayalgücünüzü kullanmakta özgürsünüz.. Tabi bu noktada yemek yapmakta ve çizimde ne kadar ilerlediğimi de hayal gücünüzde iyice abartabilirsiniz, pozitif düşünceleriniz bana baklava yapımı ve perspektif çizim olarak dönecektir diye inanıyorum! :)

Bugün, ya da bu gece demek gerek, Aurora Borealis, yani Kuzey Işıkları'nı görme ihtimalimizin hiç de fena olmadığı bir gün olduğu için gecenin bir vakti hemen yakınımızdaki Nydala Gölü'ne gidiyoruz (nerdeyse okulcanaktan :))

Geçen cuma da şansımızı denemiştik ama sonucunda kuzey ışıkları yerine kullanılamayacak kadar donmuş el ve ayak parmakları sonlandırmıştı geceyi.. Bizden sonra yeniden Cumartesi günü deneyenlerin çektiği fotolardan birini de aşağıda bulabilirsiniz!
Daha güzelleri bugüne olsun diyip, en salçalısından (bkz:domates almaya üşenmek) enfes bir bulgur pilavı yapmaya gidiyorumm!! :)

5 Eylül 2010 Pazar

Haftanın Özeti

Gördüğünüz gibi üşengeçliğin dibine vurdum sayın seyirciler.. Önceden her güne 3 sayfa yazan ben, artık "haftanın özeti" başlığı ile karşınızdayım!

Her günü detay detay yazmak çok keyifli olsa da oldukça zaman alıyor, o nedenle en azından hafta sonları "haftanın özeti" yazıları koymak daha mantıklı gelir oldu bana ;) Böylece deneyimler ve saçmalamalara da daha çok yer kalacak, tee heee!! :)

Geçen hafta Pazartesi günü Kinetik Tasarımcı Ben Hopson UID (Umea Institute of Design) semalarındaydı.. Bize ufak bi sunu yaptıktan sonra kendi çalışmalarını paylaştı.. Kinetik tasarımla ilgili kafamda daha önce hiçbişi olmamasına rağmen yaptıkları çok ilginç (ve bi o kadar zor ama gerekli) geldi, merak ederseniz çalışmalarını burda bulabilirsiniiz.. Kinetik Sculpture ile ilgili dehşet çalışmalar için de Theo Jansen'in yapılarına google'dan ulaşabilirsiniz.. (hehe, üşengeçim demiş miydim ;))

UID'de birinci sınıfların kaynaşması, aynı zamanda okulu öğrenmeleri, grup çalışmasına adapte olmaları ve eğlenmeleri amaçlı bi "joint project" yapılıyormuş her sene.. Lisans , Advanced Product Design (master), Transportation Design (master), Interaction Design (master), Introduction to ID (1-year course), Advanced Product Visualization (1-year course) 1 sınıf öğrencileri olarak bizim bu sene yapacağımız proje de Kinetic Sculpture üzerineydi.. 8er kişiden 8 gruplara ayrıldık ve soyadım sayesinde liste başı olduğum için grup sözcüsü atanmış olsam da bi kaybolup bi görünerek bu durumdan paçayı sıyırmayı biraz olsun başardım :)

Salı günü kendi kendimize kinetik çizimler (çizim derken aslında burda 'sketch' kelimesini direk çevirerek kullanıyorum ama ne kadar doğru bilmiyorum.. yaptığımız şey karton, kağıt, bant, yapıştırıcı, lastik, ip ve benzeri şeylerle kinetik heykelleri ve hareketleri tanıma yönündeydi) yaptık.. Bu işin üzerinde baya düşünülmesi gereken bişi olduğunu ve mühendislik geçmişi filan tanımadığını hissettim.. Tabi ilk zamanların gerginliği de olunca ellerim bomboş, yüreğimde bir sızıyla terk ettim stüdyoyu Salı günü.. :D

Çarşamba ve Perşembe günü boyunca seçtiğimiz proje üzerinde çalışmak gerekiyordu.. Bizim grupta fikir ayrılıkları olduğu ve ben de uğraşacak durumda olmadığım için grup 2ye ayrılarak 2 proje yapmaya başladı.. İlk proje oldukça basit temele dayanan ama çok da tercih edilmeyen bir ilerleme biçimiydi.. İkincisinin başlangıç noktası ise bildiğin hamster tekerleğiydi ve en sonunda arabaya benzer tank tekerleğine dönüştü, ki kendisinin kinetiklikle alakası tekerlerine bağlanan kanatlar ile sınırlıydı..

Tabi hal böyle olunca Cuma günkü Formula-K yarışında "cheater" ödülünü almamız kaçınılmaz oldu :) Neyse ki diğer aracımızla biraz hızlı bi yol katettik de ikincilik ödülüne de konmuş bulunduk.. Gerçi yarış ortasında araba dağıldığı için en son gösteri yarışına katılamadık ve Umea yerel tv'si bizi görüntüleyemedi.. Bu duruma ne kadar üzüldüğümü tabi ki anlatmaya sözler yetmez!!! :Pp Gerçekten bu olaydan bu şekilde sıyrılabilmiş olmak bana Cuma'ya ulaşmış olmanın verdiği hazza yakın bi haz verdi ;)

Hafta boyunca stüdyoda olmak çok çok keyifliydi, projeler o kadar keyifli olmasa da o ortamda bulunmak benim kocaman bi sırıtışla gezmeme yetip arttı bile..

Cuma günü yarış sonrası UID klasiği Friday Pub ile güne devam ettik.. Her Cuma, artık "Ev" haline gelmiş olan okulda "yaşasın bu hafta da bitti" tadında biralar, sohbetler ve müzikler eşliğinde 5-8 arası oluyomuş bu aktivite.. Bu hafta biraz daha canlıydı sanırım, 11e kadar müzik devam etti, danslar edildi, geçen haftadan kalan biralar satıldı, barbeküde kendi köfteni pişirme şansı tanındı ve sohbetin dibine vuruldu.. Devamında da Architecture binasının açılışı şerefine Welcome party vardı, hemen tasarım binasının yanında, oraya geçildi ama tasarımdaki parti daha keyifliydi bence :)

Hamiş:
şu ana kadar gördüğümüz dersler
"what is industrial design" , 1 saat boyunca ondan bundan, iyi kötü ürün farkından, tasarımın ne olduğundan konuştuk
"group developement", 1 saat boyunca bir grup ortaya çıkarken geçilen aşamaları dinledik
"proje" 3 gün boyunca stüdyoda proje yaptık, birbirimizi tanıdık, workshopları, aletleri, kaynakları, neyin nerede olduğunu ve kendi olayımızı keşfettik..

bu hafta yapmış olmam gerekip yapmadığım işler
banka hesabı açma
öğrenci numaramı alma
temporary id alma
interneti açtırma

Bu İsveç'te işler bi garip yürüyo ki anlamak mümkün değil.. Öğrenci numaranı almak için ana kampüse gitmen gerekiyor, sanki başka bi okulda okuyo gibiyiz.. Geçici ID almak için de öğrenci numarası gerekiyor.. İnternet içinde geçici ID :)))

Bu işleri halletmek ise internetsiz oturmaktan daha kolay geldiği için bana savsaklamakta hiç sakınca görmüyorum ;) Tabi bunda pek sevgili karşı koridordaki Younus'un kablosuz şifresini benimle paylaşmasının katkısı da yok değil... Sonuçta, bu hafta içerisinde öğle aralarında bol bol şehre ve kampüse gidip bürokratik işlerle uğraşmam gerekiyooor...

Özlediklerim

Kişilerin haricinde özlediğim bikaç bişi daha var ki paylaşmadan geçemiyciğğmmm :))

  • yemekten sonra bulaşıkları olduğu gibi bırakıp çıkmak (eheh, saol anniş :))
  • günde kaç tel saçımın döküldüğünü hafta sonu vileda yaparken hesaplamamak (yine anneme sevgilerle, nası bi kabusmuş bu uzun saç ve temizlik ikilemi!)
  • çakıl taşları izlemek (fox tv :))
  • how i met your mother izlemek (amigos!!)
  • güneşli ankara günleri
  • çimlerde uzanmaaak
  • site'm!
  • sokaklarda gezen hayvanlar görmek
  • arabaya binmek :)
  • uykusuz dergi
  • paketlerin üzerinde yazanları anlayabilmek
  • türkçe kitaplar
  • uçak sesleri (hehe, bu şaka :))
İşte böyleeeeeeeee....
Tabi, orada olmayıp burada olan bayıldığım şeyler de var.. Onların listesi de daha sonraaa...

29 Ağustos 2010 Pazar

28 Ağustos Cumartesi

Bugün içim sıkılıyo! Hava da o kadar kötü bile değil oysa ki ama sanırım tek istediğim uyumak sürekli :)

Plan Willy’s ve diğer ucuz outletlerin olduğu tarafa gitmekti bugün ama benim pek canım istemediği için Feyzibopu arayıp gelemiycem dedim.. Sonra David Swenson Ashtanga 1st series açıp kendimi yogaya verdim.. Ama yoga yaparken dahi kendimi iyi hissetceğime kötü hisseder oldum.. Şala’mı özledim, yanımdaki mattan gelen enerjiyi, hocamla göz göze gelmeyi, ölsem bitsem sıkılsam da sınıfın enerjisine katılmayı özledimm..

Tam da bu suratla odamı sildim üstünkörü, sıcacık ve uzuncana bi duş aldım ve böyle homurdak ve özlek bi biçimde bilgisayar başına geçtimm.. Bilgisayar başında musli – yogurt klasik kahvaltımı yemeye koyuldumm..

Neyse ki süper insanlarla çevrilmiş olduğum için 1-1.5 saat içinde moralim düzeldi, pestolu makarnamı yaptım ve yanına dün yaptığım sebzeli garip yemeği ısıttım, fıstık gibi bi yemek yiyip sandviçlerimi hazırladım ve kendimi sokaklara attım..

Dışarıda olduğum zaman tamamen farklı hissediyorum, sanki odaya kapandığımda bi ben varım dünyada ve insanlardan uzağım gibi ama dışarısı gerçekten bambaşka bi enerji yayıyooo!! Havalar bi ilginç gerçi, bi an güneş var, sonraki saniye şakır şakır yağmur yağıyo :) Doğa süper olduğu için yağmurda da güneşte de ayrı şahane oluyo, yağmurda tabi kocaman yağmurluğumu çantamın da üzerinden geçirdiğim için garip bi kaplumbağa gibi gözüküyorum ;) Güneşli havada daha normal bi insan portresi çiziyorum üzerimdeki 10 kat kıyafeti çantamın çeşitli yerlerinden sarkıttığım halimle bile olsa! :)

Neyse, Umea Tren İstasyonu yenilendiği ve bugün açıldığı için İsveç Kralı Carl XVI Gustaf törene geliyodu ve bu civarda gördüğüm en kalabalık olaya şahit oldum.. Kral diyince aklıma bu Elf ülkesine yakışır, uzun beyaz saçlı, süper güzel bi insan ve en azından, taş, taht, şan, şöhret bişiler gelmişti.. Ama kendisi takım elbisesiyle gayet normal bi insandı, krallık kavramının ne kadar eskide kaldığını anlamama yardımcı oldu bu hazin görüntü..

Sour’un tavsiyeleriyle bol bol resim çektim, aşağıda bi kısmını bulun hadi bakalım :)

Reklam amaçlı şekerleme dağıtan İsveçli hatunlar..
Burda hep çukulata ve şeker dağıtıyolar, güneşsizlik böyle bişi.. :)

Tren istasyonu

Bebiş! :)

Yurttan şehre doğru giderken geçtiğim yol

Tören alanında gökkuşağı

Kraaalll!!

Buradaki ihtiyar nüfusun kullandığı bi tip yürüteç
ve bisiklet yolunun şahane nizami görüntüsü :)

Yurttan okula giderken yol üzerindeki ördekli göl!

Arabanın önündeki garip mekanik yığın adamın kendi yaptığı ufak bi köpecikmiş ve ismi de Rusty imiş..
Buralarda bu tip şeyler çok rastlanır şeyler ve her tarafta eski tip şahane arabalar görebiliyosunuz!

Luppis yani kendi eşyalarını satabildiğin ufak pazarcık

Akşam, tören alanında karşılaştığım Tayvan’lı arkadaşlarla sim kartı almaya onların yurduna gittik ve beni akşam yemeğine davet ettiler.. Jessie (bizim bölümden), Betty ve Kevin (isimlere şaşırmayın, Tayvan’da herkesin bi İngilizce ismi varmış :)) bana yumurtalı noodle, kendilerine etli noodle (bacon), ve sebzeli, soğanlı, yumurtalı çorba hazırladılar.. Ben de yumurta çırpma, çorba karıştırma gibi işlerle görevlendirildim ki kendimi olayın bi parçası gibi hissediym :)

Leziz tayvan yemeği

Sonuçta leziz ötesi bi yemek, ve helibop sim kartım, üzerine ben&jerry’s dondurma ve keyifli bi sohbet sonrası bulaşıkları yıkayıp vedalaştık.. Akşam da biraz alışveriş sonrası Feyzi, Ezgi ve Kerim’le birlikte Kerim’lerin mutfağında sohbet ettik, çay içtik, yemek yemeyenler piza yedi, Kerdem de gelince o arada ekip tamamlandı ve gecenin bi vaktine kadar Türkçe dırdır etme şansı bulduğum için mutlu mutlu sırıtıp durdum :)

27 Ağustos Cuma

Vee oryantantasyonun ikinci günü.. Erken kalkmış olmakla birlikte bi şekilde yine geç çıktım odadan ve gerçekten 15 dakikada okulda olarak kendi rekorumu kırdım!! Tabi ama yine de geç kalmış durumdaydım ve dışarıdaki soğuk havada koştur koştur yürüyüp içeri girince deli gibi sıcak basmış bi şekilde hangi odada olduğumuzu bulmaya çalıştım! Okul pek güzel, insanlar da süper ama sorduğumda IDI grubunun nerde olduğunu bilmeyen güzel insan ne işime yaradı ki, hı ? :P

Sonuçta yine içgüdüsel şekilde önceden çizim dersinin olduğu odaya gidip bizim grubu keşfettim, içerideki hocalara üzüntülü bakışlar atıp “aaayy çok pardon bulamadım işte nerde olduğunu” filan dedim, tabi kadın “e 3 gündür burda ders yapmion mu sen kuzum” diyince, “yaaanii burda olduunu bilmiodum ki yoksa ben ooohooo, biliorum avcumun içi gibi okulu” cümlesini sessiz ve derinden kurarak kafa sallamak suretiyle yerime oturdum.. Karşındaki insanı tanıdığın ve sunduğun bi tanışma töreni sonrası ders programı ve sene içinde yapılcak şeyler anlatıldı ve böyle tambi anime karakeri misali gözümden kalpler çıkarak 32 diş dinledim tüm söylenilenleri ve heyecandan bi hal oldum :)

Sunum bitince aşağı kattaki “bit pazarı”na en erken inen grup olalım diye koşuşturduk ve bi dolu kalem, bi kaç marker, bi bisiklet selesi, bi kask (ki bence board için şahane olcak gibi) bi büyük mug, bi havlu, bi de büyücenek bi ayna aldım ve 80sek (16tl) verdim! :D Henüz bi bisikletim olmasa da süper tatlı pembe bisikletim olduğunda sepetimi önüne takıp havamı atıcamm!! :)

Sonra eşyaları bizim stüdyoya bırakıp ikinci el bisiklet bakmak için ICA Maxi’nin oradaki ikinci el dükkanına gittik ama genelde mobilya ve isveççe kitap sattıkları için hayalkırıklığı ile yeniden yurtlar tarafına döndük.. Mutfağımızı iyice elden geçirip temizledikten sonra odamda biraz uyuşukluk yaptım ve Türk partisine katılmak için Alidhem (ana yurtlar bölgesi) tarafına gittim.. Türk partisi, dj müzikleri ve seçmece hatun görüntüleri klipleriyle bi öğrenci odasındaydı.. Odada mixer(müzik için) ve projektör olması ayrı bi güzellik olmakla birlikte cipsler ve muabbet daha ilgi çekiciydi benim için :) Ordan ayrıldıktan sonra gençler merkezdeki bara gidince bize müsade dedik ve yurtlara dağılmadan önce Kerdem’le civardaki bira kutularını toplamak sureti ile depozito paralarıyla zengin olma planları yaptık (ki toplamda 27sek-5tl- civarı tuttular geri verdiğimizde). Burada marketlerin girişinde bu kutuları atıp fiş alabildiğin makineler var, bildiğin Türkiye’deki çocukların yaptığı işi burda yapıp para kazanabiliosun :)

Dönüş yolunda da hafif bi kaybolma yaşayıp İsveç’in daha da kuzeyinde (!!) yaşayan birisinin bana yardım etmesiyle yurduma ulaştım ve mışıldadımm..

Ezgi, Feyzi, Kerim

Dipnot: Kaşıntı maşıntı kalmadı, herşey güzel!! :)

26 Ağustos

Sabah kalkıp yoga yaptım ve çok keyifli bi yogacık oldu.. Saçımı yıkamadan bi duş alıp haşlandım ve yemekleri hazırliyp orientation first day için hazırlanıp tabi ki yine geç kalarak koşturmak suretiyle odayı terk ettim..

Ama Alidhem’e geldiğimde daha kimsenin gelmemiş olduğunu görünce “hmm” çekip yavaş yavaş önce Ezgi, sonra Feyzi ve Kerem ve sonunda Kerim’in gelmesiyle yola koyulup uzuun bi yürüyüşten sonra bi miktar gecikmeyle okula ulaştık..

Gecikmenin bize hiçbişi kaybettirmediğini görüp biraz meyve ve çeşitli bilgi kağıtlarını aldıktan sonra okulu gezdik ve okul içinde sauna olduğunu görüp gülsem mi ağlasam mı bilemez bi hale geldim..

Oryantasyon sonrası toplaşıp şehre indik ve gezinip durduk, resimler aşağıdaa..


Kerdem ve Feyzi





Akşama doğru eve geldiğimde garip bi kaşıntı oldu kollarımda ve bacaklarımda.. Önceki gün de kulağım kaşınıp şişmişti, böyle yayılınca bi soriym anneme dedim ve panik böyle başladı :) Ben pek tırsmamıştım durumdan ama anne faktörü benim de hafif tırsıp karşı koridordan alerji ilacı bulup yatağımın yanına koymam ve ertesi sabahı beklememle saat 1 sularında sonlandı ve mışıldadım..

24-25 Ağustos

Kursun devamında da bol bol çizip mp3 çalarlardan birini seçip ufak bi sunum yaptık.. Bu yazıyı biraz geç yazdığım için çıkışta ve akşam ne yaptım hiç bi fikrim yok :D Ama idare ediverin artık ;)

Kursun son günü odamı temizlemek için erken kalktım ama sonrasında zaman ayarlaması özürlü olduğum için yurttan biraz geç çıktım ve deli gibi yağmurun altında koştur koştur derse gittim ama deli gibi yağıyodu.. Bana “tr yağmurları gibi değil hiç” lafını güzelce bi yedirtti yani.. Homur homur gitmiş olsam da yürürken çok keyif aldığımı inkar etmiyciğm.. Gelip oturduğumda 3 kişilik gruplar halinde tasarım yaptığımızı fark edip biraz daha surat asıp panik olsam da sonrasında herşey rayına oturdu ve keyifli bi şekilde çizim yaptık.. Herhangi bi transportation tasarımı olucaktı, tekerlekli sandalye kullanan yaşlılar için ufak çaplı bi arabanın gelişimine şahit olduk ama malesef resimleri Mats’e verip geri almayı unuttuk 

Sonrasında tasarım kütüphanesini gezdik, sunum yaptık ve çizim kursunu sonlandırdık..

Akşam Feyziler geleceği için onlarla buluşma amacıyla Alidhem’e gittim ama henüz şehir merkezinde oldukları için Andrew’la oturup ballı sıcak su içtik  Beklediğimden daha güzel oldu, burdaki ballar bi ilginç, kaymakla karıştırmışsın gibi kremsi bi havası var ve rengi de daha bulanık ve açık.. Ben beğendim ama günlerdir marketten alma fırsatım olmadı, zaten sabah yediğim bal sayesinde bal özlemimi gideriyo sayılırım ;) İçeride bi yerlerde oturduğunda Umea insana daha güzel geliyo diye düşünüp biraz da çukulata atıştırdım ve Andrew’la muabbet ettik..

Feyzi geldiklerine dair mesaj atınca Alidhem merkeze gidip orda günler sonra bi dolu Türkle sohbet etme çabasıyla hem Türkçe hem İngilizce’yi katlettim, ama zaten onlar da ölü gibi oldukları için sanırım çok fark etmediler.. Feyzi, Kerim, Kerem ve Ezgi.. Ezgi bizim IDI kursunda, diğer 3 oğlan çocuğu da ADV (Advanced Design Visualization) okuycaklar bu sene.. Hepsi İstanbul’dan yarışmaya katılıyolar.. Feyzi’yle zaten daha kurstaki insanların mailları ilk açıklandığında konuşmaya başlamıştık, yani neredeyse Mayıs’tan beri her türlü hazırlık, pasaport, bavul ve ıvır zıvır durumlar süreçlerini bilgi paylaşımlarıyla yaşamıştık :D Buradaki buluşma, tanışmadan ziyade yüz yüze görüşme oldu en sonunda..

Gençler biraz ölü gibi oldukları için çok verimli olmayan sohbetler sırasında burda 4 senedir yaşayan ve 4 sene daha kalıcak Melis’le tanışıp helibop denilen operatörü almanın en iyisi olduğu ve çeşitli başka bilgileri öğrendik..

Odalara dağılırken Ezgi’nin o tarafa birlikte gidelim dedik ve yol üzerinde Yoga Şala yazan ve Aum sembolü olan bi tabela görüp ani bi duruş yapıp hemencik heyecana kapıldım.. Ufak bi yerin altına inip kapısını zorladım ama açılmadı.. Yukarı çıkarken gerisin geri kapı açıldı ve dersin sonlarında olduğunu söyleyen bi adam ashtanga, iyengar gibi kelimeciklerle beni mutlu etti.. Hafta içi akşamlarından birinde kesinlikle denemeyi düşünüyorum..

Ezginin mutfağını keşfedip biraz sohbet ettikten sonra ertesi sabah 9a 5 kala buluşup topluca okula gitmeye karar verip ayrıldık..

23 Ağustos Pazartesi

Çizim kursunun ilk günüü.. Uzun zamandır kafama göre uyandığım için alarmla uyanmak bünyede şok etkisi yaptı.. Bu somurtkanlıkla yoga ve meditasyonu da pas geçip duş için odamdan çıkıp karşıdaki kapıya koşturdum :) Duş çok da sıcak değil demiştim ya.. O aslında şöyleymiş ki, ben musluğu kullanmayı becerememişim! :D Bu sefer gayet güzel bi haşlama türk kızı kıvamına geldim ve etrafa buharlar saçarak neşeyle odama attım kendimi..

Bi yandan perspektif notlarına bakarken bi yandan da saçımı kuruttum ve yan odadaki insana ne kadar rahatsızlık verdiğimi çözmeye çalıştım :) Gündüzleri panjurları açtığımda gördüğüm manzaranın puslu bi hava ve ıslak zemin olmasına alıştığımı fark ettim! Aslında burada hava yağmur yağarken çok da soğuk olmuyo, seviyorum bile yağmurlu zamanları.. Ama rüzgar varsa gerçekten çok soğuk olabiliyoo!!

Giyinip kahvaltımı edip öğle yemeğini hazırladıktan sonra planladığımdan 15 dakika gecikmiş şekilde yola koyuldum, kulaklıklarımı kulağıma taktım ve artık tamamen tanıdık gelen yollardan geçip okula ulaştım.. Kapıda İsveç’li olduğunu tahmin ettiğim sarışın kızla beraber kapıyı açmak için uğraşırken tanıştık ve isminin Annie olduğunu öğrenmemin yanı sıra kızı pek şeker buldum.. Nitekim şu ana kadarki izlenimlerim de çok tatlı olduğu yönünde (İsveç insanı 3 artı toplamış durumdaa! :))..

Sınıfa geldiğimde çok kişi yoktu, yavaş yavaş insanlar gelirken çaktırmadan milleti inceledim, Annie ve Kajsa’nın İsveçce konuşmalarını dinledim, Mats (çizim hocası) geldikten sonra perspektif çizim ve çeşitli bilgilerle beynimizi doldurup sürekli, “ee tamam aldınız bilgileri şimdi çizin hadi” diye bizi bıraktığı için bol bol çizim yaptık.. Benim daha önceki perspektif çizim bilgim sadece Topluluktaki gençlerin bize sünger çizdirdiği zamana ait olduğu için yanımdaki çocuk harikalar yaratırken kendimi eciş bücüş hissetsem de zamanla düzelir diye düşündüm.. Bu durum panik olmaktan tamamen keyif almaya kadar genişleyen kocaman bi yelpazede gidip geldi gün boyunca :D

Koridorlarda gezinirken “laann, tasarım! stüdyo! Heyoo!!” gibi ani heyecanlar yaşamanın yanı sıra Mats’in bize sunduğu kahve anahtarı ile (burda okuldaki kahveyi almak için anahtar satın alıp ona kredi yüklüosun) bol bol sıcak çukulata içtimm.. Öğleden sonra mp3 tasarımları yaptık ufak ufak ve sonrasında kursun ilk gününü bitirmiş olduk..

Sınıfımızda bu arada 2 Amerikalı, 1 İngiliz, 3 (ya da 4) Tayvanlı, 2 Türk, 2 İsveçli ve biraz daha uzak doğulu bikaç kişi var :) Tam karmasyon yani..

Ders sonrası yağmurlu olduğu için yurda gidiym diyodum ama son anda civardayken yoga okuluna bakmaya karar verdim, geri şehre döndüm, resimler çektim, yoga okulunu buldum ama kapalıydı.. Ortamı içime çektim, yogayı topluca yapmayı da özlediğimi fark ettim :) Kendime bi vileda ve temizlik için ıvır zıvırlar aldım..Nehir kenarından manzaranın tadını çıkara çıkara yurduma döndüm..

Yurttan kampüse giderken geçilen ördekli göl köprüsü


Şehir merkezi

Şehirden nehrin görüntüsü

Sokaklar :) Yağmur..

Sanatsal işler..

24 Ağustos 2010 Salı

Odam..







Umea 22 Ağustos

Bu sabah artık “kesin duş alıcam, cillop gibi sıcacık ooh!” diye uyandım. Kalktım yataktan, yüzümü yıkadım, meditasyonumu, yogamı yaptım, yatakta oturmuş boş boş bakarken mesaj geldi. Yaban ellerde olunca insan her mesaj sesine heyecanlanmaktan vaz geçiyo, turkcell’dir, marks en sıpensır’dır diyip bakmama eğiliminde oluyo ama telefon yakınımda olduğu için hemen baktım.. A a! T! İnternetteymiş, geliymmiş.. Geliym tabi! Hemen.. Duş işi yalan olucak ama 15 günde bi internet yüzü görüo asker bebişi.. Koşalımm!

Yarım saate gelirim dedikten sonra yaptığım işler giyinmek, kahvaltı etmek, öğlen için yemek hazırlamak, etrafı toparlamak, duşa giremediğin için saçı kir belli etmiycek şekilde toplamaya uğraşmak olarak özetlenebilirdi.. Tabi bu işlemler bittiğinde ben kampüse oldukça uzakta, henüz apartmanımın kapısındaydım ancak! Koşar adım yürüyerek 15 dakikada kampüse vardığımda kelimenin tam anlamıyla sucuk gibi terlemiştim (hatta su gibi desek daha güzel, şıpır şıpır yüzümden terler akıyodu).. Güzide kafemize oturmak için kapıyı açmaya çalıştığımda dehşetle yine kapalı olduğunu fark edip, yukarı kattakilerden biri beni görse de kapıyı açsa diye camın önünde şekilden şekle girdim.. Edebiyat uğruna abartıyorum :) Elimi kaldırdığım anda biriyle göz göze geldik ve kapıyı işaret etmemle onun yerinden kalkması arasında kısacık bir süre geçti.. 2 dakika içinde koltuğa kurulmuş bilgisayarımın açılmasını bekliyordum.

Bilgisayar başında, yağan yağmurun gölde oluşturduğu şekilleri izleyip, sevgili ailem ve T’mle konuştum.. 11-3 arası olan bit pazarını ektim.. 4te başlayan umea turunu ektim.. Ve uyuşukluğun keyfini çıkardım..

Akşama doğru biraz alışveriş yapmak için Alidhem merkezdeki coop’a gidip mantar, kabak, marul, yumurta, elma ve en önemlisi pil aldıktan sonra (ay, fiş biriktirir oldum sormayın ama şimdi fiyatına bakamicam :)) yandaki Türk marketimsi yerden de bir torba yeşil mercimek aldım (19.90:-).

7 gibi odama geldiğimde biraz çizim bakarım diyodum ama pil aldığım için heyecanlanıp etrafı topladım ve resimlerini çektim.. Sonra da sabah bana kablosuz şifresini söyleme güzelliği yapmş olan Bangladesh’li arkadaşıma sevgi dileklerimle birlikte internete girdim.. Ama bağlantı karşı koridora ait olduğu için odanın içerisinde çekmiyordu ve ben sandalyemi alıp, mukmuku kapıya en yakın noktaya getirerek bağlanmak zorunda kaldım. Tam da bu garip pozisyondayken annemin skype yüklediğini ve kamera açabildiğini fark ettim.. Bir süre bu noktadan konuştuktan sonra bel tutulması yaşamamak için odanın içinde çeken bir yer buldum, ve musti, çuliç, ben konferans görüşmesi yaptık.. Aileciğime odamın resimlerini gösterdim ve buradaki hayatla ilgili çeşitli yorum ve tavsiyelerini aldım.. Şunu yaptım bunu yaptım diye anlattığım hikayeletden çok izlenimlerimi öğrenmek istediklerini de bunca satırı yazdıktan sonra acıyla fark ettim :D

Duş işi çoktan yalan olduğu ve ertesi sabah çizim kursu başladığı için erken kalkıp duş alma konusunda kararlı olduğum için hemencik yatağa süzüldüm ve 9da kursta olmam gerektiğine göre 7de kalksam olur diyip saati kurup mışıldadım..

21 Ağustos


Her gün tavuk gibi erken uyuduğumdan mıdır yoksa Türkiye-İsveç arası jetlag yaşadığımdan mı bilmiyorum ama sabah 6:40ta annemin sesiyle uyandım! Hemencik dolu gözlerle bi mesaj attım ve biraz daha mayıştıktan sonra kalkıp jaluzilerimi yağmurlu bir güne açtım..

Önceki gün yoga yaparken yerde gördüklerimi hatırlayıp matımı sermeden önce yeni aldığım bezlerle yeri silmeye karar verdim..Bu iş için en koyu renk olanını, yani maviyi seçtim ve önce şöyle bir yerleri sildim.. Çıkan toz beni benden aldı!! Hemen bi parti yıkayıp tekrar sildim.. Hmm biraz daha iyi.. Aklının bi yerine not et, temiz gözükse dahi yeni girdiğin odayı kesinlikle süpür ve sil!! Şurayı da, burayı da, biraz da sabunla silelim, şimdi de durulayalım derken, dizlerimi de yere koymamak adına garip şekillere girerek 5-6 defa sildim odamı, ve tamam, başka asana yapmama gerek yok dedim :)

Matımı temizlenmiş zemine serdikten sonra yine saatimi 5 dakikaya ayarlayarak meditasyon için oturdum. İlk gün çok uzun gelen 5 dakika, bu sefer o kadar da uzun gelmedi, bu iyiye işaretti, mutlu oldum, gülümsedim kendime.. Sonra temizlikten dolayı ısınmış vücuda biraz Barış İşcan asanaları ve sonrasında önce klasik, sonra ashtanga güneş selamı yaptırdım.. Çok uzun yürüyüşler yaptığım için kalçalarımın kapanmış olabileceğini düşünerek bir kaç tane de kalça açıcı yaptıktan sonra üşengeçlik ağır bastı ve ananda balasana (mutlu bebek) sonrası savasanaya yattım.. Gevsemeyi bitirip dinlenmeye gectim ki bir anda deli gibi bir ağlama geldi, yattığım yerde böeee diye iki dakika ağlayıp sonra hiçbirşey olmamış gibi kalkıp matımı serip neşeyle etrafıma bakındım. Kimse kusura bakmasın, annecimi pek özlüyorum, bu ağlaklıklarım hep ondan :) T askerde olduğundan zaten yokluk hissine alışmıştım ama annişkoyu pek arıyo içim!

Havanın yağmurlu olduğunu görünce yağmurluğumdaki Bosch Service yazısını kapatmak için ojelerimi kullanarak yaptığım garip desenli kalbim kurumuş gözüküyordu..Biraz yüzüme gözüme çeki düzen verdikten sonra giyindim ve yoğurtlu müsli kahvaltım için mutfağa gittim. Kahvaltımı ettikten sonra biraz mutfağı temizleyeyim dedim, ilk dolabı iyice sildim, içindekileri yıkamadım ama düzenlice yerleştirdim ve bakalım bu hafta temizlik sırası olan genç ne yapacak diye Pazar gününü beklemeye karar verdim daha fazla birşey yapmadan.. Sonra sandviçlerimi hazırladım, bir de muz attım çantama ve kampüse gitmek için kendimi dışarı attım..

AAA! Bu arada söylemeyi unuttuğum önemli bir şey oldu ki, dün akşam kampüsten çıkarken nasılsa odamda tekrar bakacağım diye bilgisayarımı kilitleyip koymuştum çantaya (mukmuk locked).. Odaya geldiğimde biip.. biip diye sesler duydum, şaşırdım, bi baktım ki çantam sıcak! Hemen snoopyli case’imi çıkardım, laptopum ötüyo!!! Bir panik sardı beni, dualar, yakarışlar, sözler ve daha niceleriyle bilgisayarı kapattım, camı açtım ve soğusun diye heryerine üfür üfür üfledim.. Sonra kontrol ettim, baktım açılıyor, gönül rahatlığı ile geri kapatıp yatağıma girdim ama yaşadığım paniği bi ben bilirim!!

Bu yüzden sabah kalktığımda uzundur söz verdiğim üzere kolonyalı mendiller ve Çuliç’ten aldığım mikrofiber yeşil bez ile klavyemi, ekranımı, mouse kısmını ve üzerini iyice temizledim, sildim, parlattım.. Mukmuk baya yakışıklı bişi oldu ve sanırım onu güzel şımarttım :) Ama hak etmişti! O kadar güzel ve tatlı ki, pamuk gibi çalışıyo hep, beni çok mutlu ediyo canım laptopum!!

Kampüse gitmeden önce cips hüpürdettiğim için çok aç değildim ve bilgisayar başında oturup yoga okullarına, umea yaşamına, ftp’yi nasıl kullanabileceğime baktım uzun süre.. Saat 3 gibi Andrew sanat müzesine gideceğini söyleyip gelmek isteyip istemediğimi sordu.. Ben de muyuşuk gözlerle dışarıda yağan yağmura bakış atıp, biraz daha oturacağımı söyledim.. E ama yağmur yağıyo be güzelim!! Ben oturup umea’da ne yapılır, bisiklet nasıl bulurum diye bakınırken A. geldi ve bi süre sonra şehre inmeye karar verdik.. Pılımızı pırtımızı toplayıp dışarı çıktığımızda yağmur hafif çiseliyodu ama biraz ilerledikten sonra bildiğin yağmaya başladı..

Aslında “bildiğin” dedim ama, hiç de öyle bildiğimiz TR yağmurları gibi yağmıyordu, yani pek çok, ama kısacık damlalarla ve incecik.. Yani evet yağmur var ama bi şekilde ayakların ve pantolonun bile doğru düzgün ıslanmıyor.. Yerdeki su birikintilerini de atlatabilirsen hiç bir sorun yok!! Ben yağmurluğumu çantamın da üzerine gelecek şekilde giydiğim için Notre Dame’ın kamburu gibiydim :) Ayrıca elimde çiçekli şemsiyem ve başımda mor bir polar bant olması da garipliğime gariplik katıyodu.. Şemsiyemi çok seviyorum demiş miydim ?? :)

Biraz yürüdükten sonra şehre ulaştık ve heryerin kapalı olduğunu fark ettik şaşkınlıkla.. Dolaştıktan sonra ICA Gourmet’ye uğradık, 1 can bezelye aldım, çıkıp dönüş için yürürken daha önce yanından geçtiğimiz ve ortasında sahne olan parkta bir konser olduğunu görüp durduk.. Konser diyorum ama, sahnede kız mı erkek mi uzun süre karar veremediğim birisi gitar çalıp şarkı söylüyodu. Bir kenarda pamuk şeker, diğer kenarda burger ve kola satılıyordu. Andrew kendine bi burger menu alınca ben de “acaba ekmek arası sos mu yapsam” diye düşünüp, şansımı denemek adına vejetaryen burger olup olmadığını sordum.. Kadın en doğal şeymiş gibi, tabii, bunlar etsiz dedi ve 10kr’a veggie burger artı kola’dan oluşan ziyafetimsi akşam yemeğimi yedim :) Ufacık konser alanında veggie burger satmaları da gözlerimi yaşarttı, İsveç hanesine bir artı daha eklenmesini sağladı..

Daha sonra odama ulaştığımda artık ritüel haline gelmiş olan çay-tatlı (ki tatlı olayını abarttım!) ikilisiyle birlikte yatağıma kurulup İsveçce çalıştım.. 23:30 gibi de “vaay, iyi dayandım bugün” diye kendimi tebrik ettikten sonra, ben ve egom rüyalar alemine ilerledik..

Kınama


Seni gidi blogumu izleyen ama yorum yapmayan insan! Görmediğimi sanıyosun ama yorum yapmadan kaçmalar bi yere kadar!! :))

Beni istikrarla takip ettiğinizi biliyorum sevgili fanatik izleyicilerim :P Ama arada yazılara yorum da yaparsanız bu soğuk diyarda kendimi biraz daha iyi hissederim belki diyorum :)

Hadi hadi, pamuk parmaklar klavyeyee!!


21 Ağustos 2010 Cumartesi

Umea 20 Ağustos

Sabah uyandığımda güzel bir güneş vardı ve ben önceki iki güne göre daha neşeli hissediyordum kendimi.. Gece telefonu hızlı kapattığım için sabah içimdeki özlemle T’me mesaj attım ve aldığım dünya tatlısı mesajla günüm biraz daha güzelleşti! Zaten Cuma günlerini hep sevmişimdir!! :))

Önceki gün matımı sermeden temizlik yaptığım için mutlulukla matımı serip 5dk meditasyon sonrası 15 dk yoga yaparken yerlerin çok da temiz olmadığını (saçlaaarrr!! :)) fark ettim.. Daha sonra etrafı toparlayıp (gece dağıt, gündüz topla!) müsli ve yoğurttan oluşan kahvaltımı yapıp, öğlen için 2 adet pesto soslu kaşarlı ve kurutulmuş sebzeli sandviç hazırlayıp internete girememe nedenimi öğrenmek için okulun yolunu tuttum (bundan sonra tasarım okulu kısaca okul, üniversite de kısaca kampüs diye geçecektir, bilginize). Sanki yıllardır bu yollardan yürüyormuşum gibi tam da sağa dönülmesi gereken yerde düşüncelerden sıyrılıp dönmeyi başardım her seferinde :) Okula ulaştığımda yine kapı açılma sorunsalı yaşadıktan ve Osa’yı görcektim beeen diyerek içeri girdikten sonra Aza ile tanıştım. Çok şeker bi hatun, sevdim kendisini, bana Pazartesi ve Salı okulda kimsenin olmayacağını söyledi ve çizim kursunun yapılacağı odayı gösterdi. Kursu verecek olan Matt dışarıdan bir öğretmen olduğu için bir soru/sorun olursa mail atabileceğimizi, maillarını kontrol edeceğini de ekledi. Sonra Peder’in ufak bi toplantıda olduğunu, birazdan biteceğini açıkladı ve koridordaki kanepelerden birine oturup toplantı/kahvaltı gibi olayın bitmesini bekleyebileceğimi söyledi.

Kanepeye kurulup mukmuku açtım ve yeniden denedim internete girmeyi, olmayınca yine Sandık İçi okumaya daldım. Toplantı bitince Peder’e “giremiorum ki ben internete” dedim, o da pıt diye IP ve DNS ayarlarına baktı, e ama bu farklı dedi.. Ben de diyemedim ki bizim öyle bi hükümetimiz var ki YouTube ve Google Earth’e erişimi engellediği için DNS ayarlarını kendim yapılandırdım diye, bilgisayardan anlamayan (ki anladığım da söylenemez ama) saf kız gibi hı hı diyip durdum :) Onu otomatik yaptı ve hoop internete girdiimmm! Biraz okulda oturup yeni bi haber var mı diye bakındıktan sonra gitmeyi planladığım yoga okulunun yerini buldum ve uzak olduğuna karar verip bisiklet alana kadar bu planı erteleyip, kampüse gidiym bari dedim.

Kampüsteki kafede Andrew’a bakındım, göremeyince artık standart köşemiz haline gelen masaya oturup internete girdim ve sandviçlerimi yedim.. Andrew geldikten sonra da 1 saat kadar internette takıldıktan sonra dünün aksine çok güzel olan havayı değerlendirmek için pılımızı pırtımızı toplayıp yine yollara düştük.. Amaçsızca gezindikten sonra kampüsün ucundaki IKSU Spor Merkezine bakalım dedik ve orman patikalarından IKSU’ya ulaştık. Bu arada buralarda deli gibi mantar var ve Andrew’ün tezine göre mantar toplama gezileri yapılıyormuş burda, eğer öyleyse katılmayı istiyorumm!! :) IKSU’yu gezmemiz için resepsiyondaki hatun bize kapıyı açtı, ilk salonda müzikle halter indirip kaldıran bi grup insan vardı, sanki belleri çok ağriycakmış gibi duruyolardı ama bilmiyorum tabi :P Sonra badminton, basket, spinning, havuz, yoga, pilates, beach volley (ki ısıtılmış ve tam bir plaj gibi kokuyor bu mekan), çeşitli aletlerin bulunduğu klasik alan (ki çoğunun ne işe yaradığını hiç bilmiyorum bile!), kaya tırmanışı, hentbol, golf ve kimbilir daha nelerin olduğu yerler gördük. Fiyatları nedeniyle biraz kararsızım ama güneş kaybolmaya başladığında 4 aylık programa kayıt olabilirim diye düşünüyorum :) (Aylık 450kron gibi birşey oluyor)

IKSU dönüşü yeniden kampüsteki kafeye döndük ve ben annişimle konuştum bol bol! Saat 8’e kadar orda oturduktan sonra kafede kimse kalmayınca üzerime kapatmalarından korkup ben de yavaş yavaş yurda doğru yola koyuldum.

Yurda geldiğimde yine iftar hazırlıkları vardı ve Younus (en konuşkan bangladeşli, fizik bölümünde ve 2 türk öğrencinin contact person’ı) meyve yemem için davet etti beni yine.. Biraz da patates kızartması yedim meyvelerin yanında ve sonra namaz için odaya gittiklerinde patates salatamı yiyip, musluk suyunun içilebildiğini öğrenip odamda kendime çay ve tatlı keyfi yaptıktan sonra yine 10 gibi uyumuşum... :)

Umea 19 Agustos

...Ve sabah 6:30 civarında boynuma saplanan ağrı ile uyandım!! Büyük poları neden almadım ki hayıflanmasını da listeye ekledikten sonra panik oldum, annemi istedim ve naprosin sürdüm. Somurtuk bi şekilde yoga yapsam iyi gelir diye düşündüm.. Yere baktım, pistir dedim, onu silmek için bişiler bulmaya çalıştım, bulduğum paspası kaynar su ile dezenfekte edip biraz elma sirkesiyle yerleri sildim. Kuruyunca matımı serdim yere, meditasyon yapmayı denedim, beynimin durmasına imkan yok şu anda!! En azından yoga yapiym dedim.. I-ıh.. olmuyo!! Ben de bilgisayar başına oturup Umea Maceralarımı yazmaya başladım.. Balımdan aldım yarım kaşık, son kalan 2 dilim böreğimi yedim ve yazdım..

Baktım ki böyle bunalım takılmak olmuyo, duşa giriym sıcak su iyi gelir dedim, duş güzeldi ama su istediğim gibi kaynar değildi malesef.. Kendi duşum olsa olur muydu diye düşündüm, çıkıp donarak kendimi odama attıktan sonra “saç kurutma makinesi mi götürüyosun” diyen M’e içimden koca bi “hıh” çekerek tüm vücudumu sıcak havaya boğdum! Saçlarımı da kuruttuktan sonra biraz Sandık İçi okudum, keyfim yerine geleceğine daha da bozuldu, hep nostaljik yazmış, bol bol anne temalı, bana inat mı ne? :)P

En sonunda giyinip odadan çıkabildiğimde saat 11e yaklaşıyordu. Önce design school’a giderim oradan da markete gidip yastık alırım diye düşünürken yolu bir türlü bulamayınca soluğu kampüste aldım. Oradaki international office’e sorup yolu öğrendikten sonra ufak çapta bir alışveriş daha yaparak (1kg peynir, kocaman ekmek, patates salatası, pesto sosu = 155kr) onları odaya bıraktım, patates salatası yanına ekmek üzeri pesto sos yapıp yedim ve mutlu mutlu sırıttım :) Biraz da kitap cips keyfi yaptım yemek üzerine ki değmeyin keyfime!

Saat 1’e doğru yola koyuldum ve sevgili T’min içindeki navigasyon cihazını hacıladığımı fark ettim.. İlginç bi şekilde heryer çok benzer ve yollar karışık da olsa içgüdüsel olarak saptığım yolların (her zaman değilse de) çoğunlukla doğru çıktığına tanık oluyorum buradayken!! :D
Tasarım okulu konusunda ise malesef bu şekilde gelişti işler diyemiycem, 100 metre kalmışken pes edip birisine sordum ;) Vee, okula ulaştım.. Ama kapı açılmıyor!! Kapının önündeki korkuluklara yaslanmış olan kişi, kapı açılmayınca karizmayı bozmayıp sanki diğer kapının yerini iyi bilir gibi binanın iki yanına gidip kös kös ana kapıya dönen bana, “burda mı okuyorsun” diye sordu. Ve aynı programa geldiğimizi ama onun da kapıyı açamadığını öğrendim.. Kapının yanındaki zillere sırayla basmaya başlamıştım ki kapı açıldı, ama bu zillere basınca mı oldu yoksa belli bi saati mi vardı inanın bilmiyorum!! :)

İçeride bizim kontak kişimiz olan Osa’nın (Aza diye yazılıyo) odasına gittik ama yarın 8:30da döneceği yazıyordu.. Biz de odadaki diğer kişiden bize internet için yardım etmesini istedik, o da bizi IT’ci Peder’e götürdü (Pieter diye okuyabiliriz ) ve Peder bize kampüs içi kullanabileceğimiz geçici wireless şifrelerimizi verdi. Bu arada eşinin hamile olduğunu ve genellikle İsveç’te cinsiyetin öğrenilmemesinin tercih edildiğini de bilgilerimize ekledik ;)

Kapının önünde tanıştığım ve aynı programa gittiğimiz Andrew ABD’den gelmiş ve biyoloji okuduktan sonra 6 sene Exhibition Design yapmış bir abimiz. Sırtında kocaman bir çantası ve yanında bisikleti vardı, ki onu teee Emerikanyalardan taşımış bu soğuk kuzey Avrupa ülkesine. Oralardan buralara niye gelinir diye sorduğumda daha önce Norveç’te 1 sene okuduğunu ve kuzey Avrupa’yı çok sevdiğini öğrenmiş olduk. Benim planım okuldan sonra ICA Maxi’ye gidip kendime güzel bir yastık almaktı ama ICA maxi şehrin neredeyse diğer ucunda olduğu için yastık almayı ertelemeyi kafamdan geçirmemi engelleyen tek neden boynumun sürekli sinyal vermesiydi aslında. Andrew “hazır bu taraftayken şehir merkezine de bakalım” diyince nasılsa ICA Maxi 9’a kadar açık diye düşünüp onayladım ve şehre doğru yürümeye koyulduk. Hava kapalı ve soğuktu, Ağustos ortasında böyleyse kışın öldüm ben diye geçirdim içimden..

Şehir merkezine vardığımızda Andrew benim yastık aradığımdan haberdardı artık ve arayışıma ortak olmuştu. Biraz gezindikten sonra Tourist Info’ya uğrayıp haritalar ve broşürleri çantaya atıp, nereden yastık bulabileceğimizi sordum. Hemen havuzun olduğu meydanı kesen yollarda MVG diye büyük bir dükkanın ikinci katındaki HemTex’te bulabileceğimi öğrenince yüzümde güller açtı bu soğuk kuzey ikliminde (böyle kasvetli yerlerde böyle ağdalı cümleler kurmak gerek biraz da di mi ama ;)) Vee, yastığımı hemtex’te sadece 49sek’e (ki 149’dan düşmüş) buldumm!! Ayrıca kocaman da bir torba verdiler ki böylece alışveriş yaparken TAI torbamın yanı sıra yanıma alabileceğim bir büyük torbam daha olmuş oldu :) Az biraz da meyve (3 muz, 2 şeftali = 25 sek) alışverişinden sonra Andrew’in bisikletini bırakmış olduğu tasarım okulunun önüne geri döndük. İnternete girebilmek için üniversitede sosyal bilimlerin üzerindeki kafede buluşma kararı aldık ve ben yastığımı bırakıp mukmuk’u almak için yayan olarak yurda doğru yola koyuldum.

Yolda göl kenarında ördeklerin yanında oturup muzlardan bi tanesini hüplettim.Yurda geldikten sonra biraz ortalığı toparladım, patates salatamdan yedim, uyuşukluk yaptım ve mukmuku alıp kampüse gidip sosyal bilimler binasına ulaştım. Biliyorum, kafe yukarıda, görüyorum da.. Ama ilginç bişi var ki etrafta hiç merdiven yok! Yani merdiven var aslında ama yukarıdan başlıyor! :) Biraz dolanıp aslında çok da zor olmayan denklemi ilk gördüğüm kapıdan girip üst kata çıkıp, tekrar boş orta alana çıkıp yukarıdan başlıyor dediğim merdivene ulaşarak çözmüş oldum :D Kafeye gidip oturdum, mukmuku açtım, ama internete bağlanamadım!! Birkaç kez denedikten sonra pes edip Sandık İçi okumaya başladım ki Andrew I-phone’unu verdi kullanmam için.. Ben de heyecanla annişe kocaman bi mail attım :) Biraz daha oturduktan sonra yavaştan gidelim alışveriş yapalım dedik ve Alidhem (Olidhem diye okunuyoo) tarafındaki alışveriş merkezine gittik. Burada 2 tane market var, ICA ve Coop. ICA’yı denediğim için Coop’a bakiym dedim ve bulduğum bu yeni market indirimdeki çiftli ürünleri ile Türkiye özlemi çeken gönlümü kazandı. Buradan da 1 kutu yoğurt (süt kutusunda gibi, biraz daha sıvı bişi ama tadı güzel), 1.5kg’lik bi yulaflı müsli, 1 kutu meyveli crunch müsli, 4lü el bezi, limonlu muffin, kahveli çikolatalı minik kekler ve 100lük lipton earl grey aldım ve 125kron ödedim. Alışveriş sırasında T’m aradı ama sesi cızır cızır geldiği için konuşamadık doğru düzgün, yine de cızırtılı sesi bile güzeldi :)

Alışverişten sonra yurtlara dağıldık, pek bereketli patates salatamdan yedim ve sonra tatlılarımın tadına bakarken kitap okuyup keyif yaptım ;) Annişlerle konuştum ve 6dk için 38tl kesildiğini görünce Turkcell’le ilgili çok da hoş olmayan düşüncelerimi geri plana atıp buradan bir sim kart almaya kesin karar verdim!! T 11 gibi ararım dediği için ayık kalmaya çalışsam da odaya geldiğimde ışık azlığından ve yapacak az şey olmasından dolayı yine 10 gibi sızıvermişim! Gece T aradı ve ben uyku mahmurluğuyla mutlu mutlu konuşurken akşam yaşadığım olayı hatırliyp “hiiii kapatalım cok kalles bu Turkcell!!” dedim :) Kapattık :(

20 Ağustos 2010 Cuma

Umea 17-18 Ağustos

Tabi ki son güne bırakılmış hazırlıklarım son saniyelere kadar sarktı ve ben duş dahi alamadan panik içinde bavullarımla birlikte kendimi arabaya attım.. Tatlılar tatlısı annem bu süre boyunca ne bana kızdı, ne yargıladı, ne de karıştı.. Oradayken çok da fark ve takdir edemediğim bu gibi bi sürü şeyini burdan kutsuyorum ve öpüyorum!! :)) Nilomun arabasıyla havaalanına vardık ve bavulları vermek için check-in’e doğru ilerledik.. Benim seçtiğim sıra sorunlu bavullar sırasıydı ve önümdeki iki kişi bavulları 32kiloyu geçtiği için sıradan çıkınca beni de bir panik sardı. Neyse ki sadece ekstra 2 kilo için 8tl ödeyerek bavullarımı verdim. (Bkz: yolculuk için ipuçları) Zamanımız olduğu için oturmuş sohbet ederken annişin resminin olduğu kolyeyi arabada düşürdüğümü fark ettim ve o anda bende musluklar açıldı :D Neyse ki Niloşko gidip aldı, ben de huzura erdim biraz..

7 gibi canım aileme veda edip kapıların olduğu tarafa geçtim ve Wings lounge’a yerleşip sandviçler, kekler, elma, kola, su, çorba gibi bi karma yaptım kendime :) Çorbamı alelacele içip sandviçlerimi ve elmamı çantaya atıp uçağıma yetiştim ve 50 dakikada İstanbul’a vardım.. Yine Wings kartımın güzelliklerinden yararlanıp keyif çattıktan sonra 3 saatlik Stockholm yolculuğuma doğru yola çıktım ve gece uçuşu olduğu için tamamen karanlık olmasını fırsat bilip deli gibi uyudum.

Türkiye saati ile 3, İsveç saati ile 2’de Stockholm havaalanındaydım. Uçak rötar yapsa da ben de bilmediğim bir yerde gecenin bir vakti daha az zaman geçirsem diye düşünürken aksine tam da zamanında indik. Bavulları aldıktan sonra uyuyabilecek bir yer bakınırken kendisi kapalı ama sandalye ve masaları hizmete açık bir 7-eleven’da oturan grupları gördüm. Bavullarımı bir masanın yanına çekip 3 sandalyeyi yan yana dizip, sırt çantamı başımın altına, laptop ve el çantamı kucağıma alıp ayaklarımı da kırmısı valizimin üzerine uzatıp mışıldadım.. Laptop çok ağır gelmeye başlayınca onu da bavula sabitledim ve yan yatıp uykuma devam ettim.. Işıklardan korunmak için kafama sardığım şal ve anlattığım kombinasyon ile ne kadar garip gözüktüğümü kimsenin takmaması, onların da benzer gariplikte uyuyor olmalardındandır :))

Saat 6 gibi uyanıp, çantamdaki son sandviçlerimi yedikten sonra bavulları ayırma işlemine geçtim. Bilmeyenler için, Pegasus 30kg limiti olan tek bir bavul alırken, Stockholm’den Umea’ya uçan Norwegian ekstra ödediğim paralar ile bir tanesi 20kgden ağır olmayacak şekilde 40kg limit ile iki bavul kabul ediyordu. Bu yüzden bir çanta hazırlayıp bavulun içine yerleştirmiştik. Çantayı çıkarıp sırt çantamda ağırlık yapan kitapları da onun içine koyduktan sonra laptop ve bamboo’mu (miyv) sırt çantasına aktardım ve laptop çantamı büyük bavula koydum.. Tabi bu arada her şey her yerde olduğu için kıyafet koleksiyonumu tüm havaalanı öğrendi :Pp

Yeni kombinasyonum ile 4. terminale ulaştıktan ve bavullarımı kaydettirdikten sonra uçağı beklerken 29sek’e (3.2eur) 1 şişe su aldım ve Stockholm uçağında 2tl’ye almadığım sular için kendime bi aferin çektim! Suyumla ben oturduk ve biraz müzik dinledik, İsveçce bir dergiye göz gezdirdik ve uçak geldi.. Yerim bu sefer 22D yani koridor kenarıydı ve oysa ki ben Umea’ya ilk uçuşumda etrafı izlemek istiyordum.. Gittim, sırt çantamı tepeye koydum ve oturdum, ama yanımdaki iki koltuk da boştu, ben de cam kenarına geçtim, ve heyecanla kapıyı izlemeye koyuldum birileri geliyor mu diye.. Hostes “Check-in complete” dediğinde ben hala cam kenarındaydım ve yan koltuklar boştu :) yeeyy!! Uzun süre su üzerinde gittik, güneş inanılmaz güzel parlıyordu ve ben içimden Umea (ümiyo gibi okunuyo:)) için “Helloooo beautifuull” diye geçirdim.. Tamamen ağaçlarla ve ufak nehirlerle dolu bir şehrin üzerinde uçuyorduk.. Ve ilginç bir şekilde neredeyse her evin bahçesinde bir trambolin vardı, ki o an bunun o alana özgü bişi olduğunu düşünsem de yurtlar bölgesindeki evlerin çoğunda da rastladım mavi gergili zıpzıplara :)

[Saat 9] Umea havaalanı ufacıktı, bavullarımı hemen aldım ve daha önceden Stockholm’de gördüğüm Türk insanını ve arkadaşını taksi duraklarına takip edip, taksiye ortak oldum.. Onlar Alidhem Physiksgrand’a gidiyorlardı, ben taksiciye sordum yakın mıdır Gluntens Vag diye o da “evet çok yakın, gençleri bıraktıktan sonra seni ücretsiz atarım oraya, bavulun pek büyük” diyerek İsveç insanı hanesine artı puan kaydetmemi sağladı. Havaalanından Alidhem 135kr tuttu, bende bozuk olmadığı için 50 verdim, üzerini de gençlere bıraktım, pek zenginimmm :))

[Saat 10’a yaklaşıyor] Sonra Landlordumun olduğu Gluntens 8de indim, bavullarımı düzenledim (sırt çantası ve mont hoop büyük bavulaa) ve Tommy Thysell’i buldum. Alanya, Antalya ve Side’nin 91 yılına göre ne kadar pahalandığının yanı sıra odam hakkında da bilgiler aldım. Sonra sağolsun bana binayı ve odayı gösterdi, anahtarların hangisinin ne işe yaradığını, çamaşır odasına nasıl gidileceğini ve mutfağı tanıttı. Yastık ve yorganı olmayan yatağımı görüp nevresim almamış olmamın acısını dindirdim ama tabi bunları nereden bulabileceğimi sordum kendisine, alışveriş merkezinde var dedi. 15 dakika sonra elinde alışveriş merkezinin ve apartmanımın işaretli olduğu bir haritayla gelip İsveç insanı hanesine bir artı daha ekletti.

Odamı iyice yerleştirdikten ve buruk buruk iç geçirdikten sonra öğle yemeğim olan annemciğimin yaptığı 2 böreği yedim.. Keşke tüm tepsiyi alsaydım diye hayıflandım, ve bu hayıflanma keşke harici harddiski unutmasaydım, keşke gelmeden sıcak ve uzun bi duş alsaydım, keşke annem de burda olsaydı’nın yanında yerini aldı :)

Saat 1 gibi mukmuk’u sırt çantama atıp yorgan yastık almak için ICA MAXI isimli alışveriş merkezinin yolunu tuttum. Uzzuunca yürüdükten sonra ulaştığımda yorgunluk had safhadaydı ve açlık da onu yanlız bırakmamaya kararlıydı. Marketi gezinip yazılanlardan hiçbişi anlamadığımı ama fiyatların yüksekce olduğunu fark ettim.. Yorgan ve yastık gerçekten varlardı, yorganın fiyatı 169sek yastığın da 79sek’ti ve ben belki daha ucuz bir yer bulurum umudu ile ilk gece polarlarıma sarılıp uyumayı göze alarak yorganı (ve yanında cips, donmuş piza ve normal su sanıp aldandığım madensuyunu) alarak (ki toplamı 200 küsur sek tuttu) kablosuz internet bulma umuduyla kafelerden birine gittim. Tabi Türkiyede her kafede rahat rahat internete girmeye alışmış bünye “wireless network is 50sek” lafını duyunca bi dumurladı, len yastık alırdım o zaman diyip H&M’e doğru yola koyuldu.. Yorgun ve aç olduğum için eyçenem filan gezmeyi gözüm yemedi ve gerisingeri yola koyuldum. Odama varıp pizamı ısıtıp yedikten sonra “açlık tamam sırada yorgunluk” diyip biraz uzandım ve 6:30 gibi kalktım.

Yurtta birileri vardır belki diye mutfağa gittim, karşı koridordan 3 Bangladeş’li ile tanıştım, müslüman ülkeden geldiğimi duyunca pek sevindiler ama oruç tutmuyo olmam onları biraz hayal kırıklığına uğrattı sanırım. Yine de çok konuksever davrandılar ve iftarda (ki saat 9 sularında oluyo bu!) onlara eşlik ettim, meyve yedim, şerbet içtim :) Akşam yemeğini ne yapsam diye düşünürken bu iş çok güzel oldu benim için!! Daha sonra internet bağlantım olmadığı için onlardan birinin bilgisayarı ile gmail’dan annemle konuştum 5 dakika, gözlerim doldu, çok da kullanmak istemedim bilgisayarı, ben pek yorgunum diyip odama kaçtım, uyumadan önce biraz ağlamış olabilirim :)

Tabi yastığım olmadığı için çeşitli polarları kılıfa sokuşturdum, soğuk olursa ya diye korkup kalan polarları da üzerime geçirdim ve yeni yaşamımdaki ilk uykumu uyudum...

Umea Macerası


Herkese merhaba! :)

Sonunda İsveç'in güzide üniversite şehri Umea'dayım ve olabildiğince gün be gün yaşadıklarımı yazmayı düşünüyorum.. Bunun için ayrı blog açmak iyi bir fikir olurdu belki ama uğraşmaya üşendim, şimdilik buradayımm :)

Yazılar bazen çok uzun bazen de fazla kısa olabilir, hepsini ayrım gözetmeksizin sevin, sarın, sarmalayın olur muu :)

Sevgiyle..

6 Ağustos 2010 Cuma

Rakı Balık, biraz da Ayvalık :)


Bugün kutlu gidiş haftası kapsamında ufak bir veda partisi yaptık TEM labı ekibiyle.. Bilindik yere mi gidelim yoksa maceraya atılıp yeni keşif mi yapalım derken, maceranın hasına atılmadan ufak bi adım olsun diye CUNDA Balık Lokantasına gitmeye karar verdik.

Arka taraftan giriş yaptığımız için önce kapalı sandık, biraz ilerleyince şahane dekorasyonlu iç mekan ve tenteli bahçe karşıladı bizi. Masalar birleşti, tenteler açıldı ve yağmurlu Ankara akşamında mezeler ve rakı eşliğinde sohbet edildi, keyif yapıldı, kahkahalar atıldı..

Mezeler diyip geçmek istemiyorum, daha önce hiç tatmadığım güzellikte ve görmediğim çeşitlilikte mezelerle doldu masa! Yabanmersinli yaprak sarma mı dersiniiz, cevizli kabak mı, rum ezme mi, yoksa lor köftesi mii.. Üzerinde kaşar eritilmiş gelen kızarmış ekmekler konusuna hiç girmiyorum hem de!! :D

Öyle çok meze yedik ve öyle güzel rakı içtik ki balığa yer kalmadı kimsede, otçul dharma'nın canına minnet oldu tabi!
Biraz ayılmak için çaylar geldi, meyve yesek derken masadakiler canı tatlı isteyen ben tatilde verilen kiloları geri almamış olurum, tabi tabi meyve en iyisi diye düşünürken süper garsonumuz, "size spesiyal tatlılarımızdan ikram edelim" diyerek gönlümü kazandı =)
Tatlılar süprizliydi, kırmızı, beyaz ve tava.. Gurmeyim ya, hepiciğinin ne olduğunu tahmin ettim, e tabi ödül olarak da en çok tatlıyı ben yedim!! :)

Balık yememiş olsak da fiyatları gayet uygun geldi, çalışanların ilgisi kadar mekana gelen insanların hoş sohbetlikleri inanılmaz keyifli bir gece geçirmemizi sağladı.. (yemekteyiz ağzı ;)) Kendi adıma Ankara'da balık lokantası sorsanız, kesinlikle burayı tavsiye ederim size!!

Ve şehir rehberi tadındaki yazıma son veririm ;) Afiyet olsun!!

4 Ağustos 2010 Çarşamba

Gitmek

Öyle çok şey söylenmiş ki gitmekle ilgili, benim burada yazacaklarım sadece ufak birer damlası olabilir kocaman okyanusun..

Çünkü herkes öyle yada böyle hep gitmiş.. Gidişler bazılarını uzaklaştırırken yakınlaştırmış bazılarını. "Gitme" diyenler de olmuş hep "git" diyenler kadar.. Ama yollar yürüdükçe açılır, gitme diyenlerle tanıştığın yere gitmişsindir zaten en başta, her nefes bir önceki hayattan uzaklaştırır seni, her an farklı bir andır..

Gidene mi daha zor kalana mı derler.. Ben hep kalana olduğunu düşünürüm, giden yeni bir dünyaya doğru açmıştır kanatlarını.. Kökleri hala eski yerindedir, ama dalları yeni nefeslere uzar, yeni deneyimlerle karşılaşır, farklı üzüntüler, farklı sevinçler yaşar.. Ama farklı yaşar işte..
Oysa kalan, bildiği, kök saldığı hayatından ayrılanı gözler oturduğu yerden.. Değişim onun için farklı olmaktan ziyade eksiktir sanki.. Fakat unutulmaması gereken en önemli şey şu ki, kalan da aslında olduğu yerde kalmaz.. Her attığı adımda o da giden olur aslında..

Gidişler ve bitişler hep içimi acıtır yine de, sanki kalbim kalmak için direndikçe yavaş yavaş, hissedile hissedile kopar bir parçası ve oraya yerleşir.. Her hatırladığında o ufacık parçanın koptuğu yer ince ince sızlar.. O parçanın yerine sen zaten orayı koymuşsundur bile, kaynar yerine zamanla, senin parçan haline gelir, dört bir yanda senden, sende dört bir yandan izler kalır..


Ve gidiyorum işte, kendi isteğimle, belki kendi bencilliğimle, arkamda da gidenler bırakarak gidiyorum :)

Yazının anlamsızlığı ve melankonisi de bundan.. Kafam almıyor, ve ben o anlasın diye üzerine basa basa söylüyorum.. Gidiyorum işte tatlım.. Ve bavuluma sığmayacak kadar ağır olan yükleri senin taşıman gerek, hazır ol, güçlü ol, keyfini çıkar.. Oradan da alıp geleceklerimiz var!!


resim: kaynağını bulamadım
ama pek kendine güvenli geldi :)
tam ihtiyacım olanından!!

Oradan Buradan


Kronolojik olmayan sıra ile hayatımın akışı :)

T askere gitti
Kabak koyundaki muhteşem 1 hafta ile yoga sertifikalarımıza kavuştuk
Haftasonu olimpos kaçamağı yaptım
Şala'da 2 cumartesi ders verdim
İşimden ayrıldım
Anlatılmaz güzellikte bi tatile gittim, fethiye'de, kayaköy sanat kampında
17 Ağustos'ta uçuyorum soğuk diyarlara

Bunun haricinde

Kilo verdik ailecek =)
Atom epileptik bi bebek oldu başımıza
Evdeki halıları kaldırdık (ee? :))
Hava sıcak
Bavul hazırlıkları başladı, çamaşır makinesi ihya oldu..

Detaylar sonraki yazılarda :)

resim: Leni Kae, The Flowing River of My Truth

24 Mayıs 2010 Pazartesi

İsteyenin bir yüzü...

Eveet sayın seyirciler.. yine karşınızdayım :)

Az sonra Lost final bölümü başlayacağı için pıtır pıtır yazıyorum, dayanamadım bunu yazmayı kafamda planladığım için ertelersem yine uçar aklımdan diye geldim oturdum buraya..

Geçenlerde Cem Batu isimli bir şahısın Laguna Coupe Benim Olacak isimli projesine denk geldim..(Detaylar için tıkırdatın) Önce Renault bir reklam projesi yapmış diye düşündüm ama anladığım kadarıyla bu da bir "isteyenin bir yüzü" olayı..

Bu hikayeyi ilk olarak "Cannon see me" ile görmüştüm, kendisine bir Cannon fotoğraf makinesi almayı isteyen gencimiz sesini Caanan'a duyurmak için internetin nimetlerinden yararlanmayı seçmişti ve kendisine yardım etmek isteyen herkes canon see him yazılı pankartlar ile çektirdikleri fotoğraflarını yayınladılar.. Şimdi sitesine baktım ki istediği makineye sonunda kavuşmuş.. Ne mutlu ona!

Şimdi de Cem Batu Reno ile bir anlaşma yapmış ve şartları tamamlarsa hayallerindeki arabayı alabilecek.. Bu güzel bir reklam kampanyası mı yoksa Cem Batu'nun istikrarlı hayali midir bilmiyorum ama bu olayları kıskanmaya başladım..

Yakında "Milli Savunma Bakanlığı, T yarın yanımda olsun" diye bi site açarsam desteklerinizi bekliyorum :)))
Peki siz ne isteyeceksiniizz?

(arada lost özeti izledim.. hehe.. kopuk olduysa yazı, koptuğu yer orasıdır yani, biliniz, şaşırmayınız, bana burda lost spoiler'ı yaptırmayınız ;))

19 Mayıs 2010 Çarşamba

Yeni tasarım







=) Dedim tasarım böyle olduğu gibi kalsın diye, ama kurtluyum, değiştirmesem olmazdı! ki hi!

Uzun zamandır kafamdaydı, sonunda Photoshop'un karşısına geçtim, en azından kendimi yansıtan, içime sinen, hepsinden de önemlisi ilk tasarımımı yaptımm.. Başlık (kanatlar için fırça eklentisi haricinde) tamamen benim eserim ;) tee heee

Siz de böyle bir başlık -header- hazırlamak isterseniz diye ufak ipuçları vereyimm..
  1. Photoshop'ta başlık için uygun boyutlarda (ben 1000px-400px olarak seçtim) yeni bir sayfa açıyoruz, arkaplan olarak transparan seçiyoruz, ve çözünürlüğü 100dpi yapıyoruz
  2. Yuvarlatılmış dikdörtgen ile yeni bir layer oluşturuyoruz
  3. Seçtiğimiz layer'da gradient overlay ile renk geçişleri sağlıyoruz
  4. Burada bulabileceğiniz fontlardan seçerek blog ismimizi istediğiniz tarzda yazıyoruz
  5. Üzerine istediğimiz öğeleri yerleştirip sevdiğimiz bir kompozisyon yarattıktan sonra sıra geldi blog'a yüklemeye
Photoshop ve Illustratior için güzel dersler için tık tık

Bunun için;
  1. Yerleşim > Sayfa öğeleri'ne giderek Üst Bilgi ekranı içinde Düzenle'yi tıklıyoruz
  2. Bilgisayarınızdan yukarıda yaptığımız resmi bularak yüklüyoruzz..
  3. Başlık ve Tanım Yerine olarak seçiyoruz
ve işteee...
Kendimize özel başlık resmimiz hazıır :D

Umarım beğenmişsinizdir!

*ilkokul resim öğretmeni havasında yazdığımı farkındayım ama uzun zaman yazmayınca böyle paslanıyorum işte ;) katlanın bana bu seferlik!*



17 Mayıs 2010 Pazartesi

Geri Döndüm! I'm back!

Uzun zamandan sonra yeniden merhaba! :) Nasılsınız bakalım?
Eve yorgun argın gelip yazmaya üşenmeler bir yana, blog tasarımını düzeltmeden yazmamayı kafama koymuş olmam yaktı beni! En sonunda olduğu kadar olsun, yeter ki yazı olsun dedim, tasarımı sade şekilde bıraktım ve kendimi klavyemin başında pıtırdarken bulmanın keyfini çıkarıyorum şimdi ;)
Bu süre zarfında olan olayların bir kısmını -Geçmişten- başlığı ile yayınlayıp sizleri (ve hafızamı) güncel olaylara vakıf hale getirmeyi planlıyorum..
Daha bir çok planım mevcut amaaaaa
süpriiiissss
*şeytani şirin kikirdeme* kih hih :))


Howdy? Long time no see! :) I'm back!
Putting aside the lazyness to post anything, being determined to have a neat design is what kept me away so long! But enough is enough, so with this simple design i am click click writing again and enjoying it very much ;)
I will post the previous events as -Flash back- posts to keep you (and my memory) updated as much as possible..
I have some other plans.. But, you have to wait for the suprises ;)
*insert evilish cute laugh her* kih hiihh :))

3 Mart 2010 Çarşamba

Satın almama ayı

Bu ay herhangi birşey SATIN ALMAMAK için elimden geleni yapmaya karar verdim. Makyaj malzemesi, kıyafet, takı, ufak aletler, bir milyoncu ıvır zıvırları.. Hepsi bu kararıma dahil olmuş durumdalar. "Süper doğa dostu bir insanım yaşasın sürdürülebilir çevre!" sloganları değil malesef bu kararımı vermeme sebep.. Evet tabi süperim, doğa dostuyum ve yaşasın çevre ;) ama bu işe girişmemin asıl nedeni birazcık para biriktirmek.. Yeşil çevre de işin artısı oluyor!!

Aslında bu sıralar deli gibi moda ve makyaj bloglarına takılmış durumdayım!! Bu da işleri biraz zorlaştırıyor, öyle güzel şeyler var ki!! Yine de her zaman kendin yap akımına takılabilirim dayanamaz hale gelirsem ;))

Tereddütte olduğum bir konu var, ve bu da en zoru olacak sanıyorum : Araba.. EE kurslarıma araba olmadan nasıl giderim (daha önemlisi nasıl dönerim) gerçekten bilmiyorum ama bir yol bulunur elbet! Belki araba paylaşırız birileriyle ;)

Mmm, şu anda Avon ve Oriflame semalarındaki çoook ucuz makyaj fırçaları da beklemek durumunda malesef! Evdeki makyaj malzemelerini karıştırdıktan ve düzenledikten sonra bir kaç fırça buldum, bebe şampuanı ile yıkayıp ak pak ettim ve şimdi büyülü bir biçimde yumuşacık süper fırçalara dönüşecekler kuruduklarında! eee, alışveriş yapmayacağız dedik, hayal kurmak hala serbest ;)

İsteyenleri de benimle birlikte bu aktiviteye katılmaya davet ediyorum. Kendinize göre modifiye edebilirsiniz; belirli bir bütçe ayırarak alışveriş yapabilirsiniz, hediye almak yerine yapmayı deneyebilirsiniz, çok harcama yaptığınız bir alanı seçip onu azaltmayı deneyebilirsiniz.. Tek şart, konu ile ilgili bir katılım yapmak istiyorsanız bu yazıya yorum yaparak fikirlerinizi ve hedeflerinizi paylaşmanız ;)

Dip Not: Tüm ay boyunca pes ettiğim, kırıldığım noktaları veya azimle devam ettiğim zamanları burada yayınlamaya çalışacağım.. Olsa da olmasa da denemesi keyifli!

26 Şubat 2010 Cuma

On a Day Like Today


yemyeşil çimenler
Free is all you gotta be
Dream dreams no one else can see
Sometimes ya wanna run away
But ya never know what might be comin' round your way
Ya ya ya

On a day like today
The whole world could change
The sun's gonna shine
Shine thru the rain
On a day like today
Ya never wanna see the sun go down
Ya never wanna see the sun go down

Somewhere there's a place for you
I know that you believe it too
Sometimes if you wanna get away
All ya gotta know is what we got is here to stay
All the way

On a day like today - the whole world could change
The sun's gonna shine - shine thru the rain
On a day like today - no one complains
Free to be pure - free to be sane
On a day like today
Ya never wanna see the sun go down
Ya never wanna see the sun go down

Free is all we gotta be
Dream dreams no one else can see
But ya never know what might be comin' for you and me
Ya it's gonna be

On a day like today...
B.Adams

23 Şubat 2010 Salı

İlham verenler - Moda


Bir önceki yazımda bahsettiğim Reebok'lar ile karşılaşmamı sağlayan kişiler Laçin Tenel ve Nil Ertürk oluyorlar..

Laçin zaten uzun zamandır takip ettiğim, kendisini tutkusu olan dikişe vererek yaptıklarını ve sattıklarını blogunda paylaşan bir mimar aslında... Moda blogu kavramıyla ilk uzaktan tanışmam onun sayesinde olmuştur (ve belki Stradi seçmelerini geçmemin bir sebebi de bende yarattığı izlenimlerdir)

Laçin'in yaptıkları her zaman bende eve gidip dikiş dikme, kendi yaptıklarımı giyme isteği yaratıyordu, dün itibarı ile sitesindeki bir yazısı beni Nil ile tanıştırdı.

Genellikle sevdiğim insanların takip ettiği sitelere bakmaya çalışıyorum, o yüzden hemen Nil'in sitesine zıpladım.. İlk başlardaki kıskançlığım yerini sevgiye ve saygıya bıraktı, gerek tavrını gerek tarzını çok beğendim ve benimsedim (evet! dün keşfettim!! :)) Bu iki gündür blogunu emercesine okudum ve kendimle ilgil keyfimin yerine gelmesini sağlamasının yanında bir de binbir çeşit fikir oluşturdu kafamda!!

Bu iki insanın normal moda bloglarından daha çok bana hitap etmesinin nedeni de kendi tarzlarını blogluyor olmaları aslında.. Belki benim insanların yaşamına olan merakımı da tatmin ediyorlardır alttan alttan, ama yalnızca defileler ve moda fikirlerinin sunulduğu bloglardan (ki onların bir kısmını da çok severek takip ediyorum) daha ilgi çekici buluyorum.. Yaptıkları kombinlerin bir kısmını kendimde denemeyi bırak, üzerimde düşünemiyorum bile, ama gerçekten çok hoşuma giden kısımlar var ve tüketim toplumuna katılmadan yeni şeyler deneme, yaratma ve giyme isteği yaratıyorlar bende :)

Bu nedenle uzun zamandır dokunmadığım dikiş makinesi ve yarım kalmış projelerimi kucaklayıp salona indim.. Gerçi ufak bir değişiklik 2.5 saatimi aldı, amaaa "baby steps"..

Hmm bir de, Nil'in hem İngilizce hem Türkçe yazması çok hoşuma gitti, kendi sayfama geçtiğimde hedeflediğim şey bu ;))