Yazılanların içeriğinin dengesiz olmasından, uzun süreli aralıklardan, kötü esprilerden, güzelliklerden, çirkinliklerden, paylaşımlardan, sessizliklerden, sorulardan, cevaplardan, fikirlerden, kendini beğenmişliklerden blog sahibi sorumludur. Bu durumdan da çok memnundur. Blog ermiş kedi cingöz ve sapsal köpek majör'e ithaf edilmiştir.

15 Aralık 2008 Pazartesi

Let it snow, let it snow, let it SNOW :)

Gördüğünüz gibi ağaçevime kar yağmaya başladı!! Madem burda Aralık ortasında pencereden giren güneş ile sıcacık oturuyoruz, bari ağaçevim kış havasına bürünsün istedim :)
Bu efekti cok aradıktan sonra, kafamın html'ye cok da basmadığını farkedip (luğp muğp;)) kolay bir yöntem ile bu efekti veren bir site buldum. Sadece Yerleşim ayarlarından ufak bi html gadget ekleyerek bu güzel görüntüye kavuşmuş oldum...
Hızını, boyunu, rüzgarını ayarlayamasam da, benim gibi bir üşengeç için biçilmiş kaftan oldu! :)

Benim üşengeç kar tanelerime burdan ulaşabilir, html konusunda kendinize güveniniz benimkinden yüksek ise de bu siteye veya bu siteye bakabilirsiniz!

Bırakın blogunuza kar yağsın! :)

5 Aralık 2008 Cuma

Kızıl oldum :)


Dün gece yine midemin kaldırabileceğinden fazla şekilde kabak çekirdeği yedikten, ve tok karınla spor yapmamaya karar verdikten sonra en azından kayatımdaki başka birşeyi değiştirmeye karar verdim; SAÇIMI...

Evdeki eskiden kalma kızıllarım ile şimdiki saç rengim bronz-sarıyı karıştırdım.. Eldivenlerimi taktım, saatimi kontrol ettim (ne de olsa 20:30da T gelecekti almaya beni) ve başladım boyamaya... Tabi bu sırada eski boyalardan dolayı "aplikasyon aparatı"nın ucu tıkanınca, tüm boyayı başka bir kaba boşaltıp eski bir dişfırçası aldım elime. Güzel, çok da güzel oluyor önleri oh oh, ooo saate bak, acele hadi... Derkenn.. Boya bitti :) Elimdekinin hepsini binbir yöntemle saçıma sürdükten sonra alacalı bir sürreal tabloya benzeyeceğimi hayal ederek beklerken ben, T aradı! Erken gelmekle ilgili birşeyler söylerken ben banyoya koşup bir elimde telefon, etrafı toplamaya, kırmızı beneklerle süslenmiş annemin beyaz banyo örtüsündeki lekeleri çamaşır suyu ile çıkarmaya çalışırken, soğukkanlı şekilde "ben buçuk diye ayarlamıştım kendimi ama sen nasıl istersen, hazırlanabilirim" dedim. Allahtan beni bilen sevgili T bu teklifimi kabul etmedi! :)

Hızlıca banyoya girdim.. Ve saçımı kızıla boyamanın en eğlenceli kısmı başladı!!! Duşun altında dururken, kıpkırmızı boya boynumdan akıp ayaklarımın altında kızıl bir göl oluşturdu.. Banyoda ellerimi kırmızı suların altına tutarak vahşi kahkahalar atıp, vampir pozları verdim kendi kendime! Ayaklarımın altındaki kırmızıya boyanmış küvette cup cup diye sesler çıkardım, elimden aşağı akan kırmızı suları seyrettim!! Saçını kızıla boyadıktan sonra bu zevki yaşayan tek deli ben miyim diye düşündüm, içimdeki vahşetten ürperen yanımı sevecen bi kahkaha ile yatıştırdım ve aceleyle duşumu alıp banyodan çıktım. Saçımı kurutup giyinmemle birlikte tam 20:30da hazır olmuş önü kızıl, arkası koyu kahverengi saçları ile gözlerinin bu saç rengiyle yeşil gibi gözüktüğünü düşünen ufak hayalperest bi periciktim!!

Geride kalanlar ise pembe benekli bir banyo örtüsü ve ayaklarımın altında biriken kızıl sulardı...

27 Kasım 2008 Perşembe

Kömül!

Armada otoparkında rastladım kendilerine... Biraz endişeli mi görünüyorlardı, insanlardan mı korkmuşlardı yoksa araba farları mı rahatsız etmişti onları bilemedim... Tam yemek saatleriymiş, ürkütmeden bir resimlerini çektim...

Miyazaki Vol.2

TOTORO

Dün öksürükler arasında boğulan Pişimin yanına gittim moral desteği için... Tabi gitmeden önce ufak bir alışveriş yaptık, peynirli risotto; salata için kereviz, ceviz ve yoğurt; sıcak şarap için şarap, elma ve portakal; atıştırmak için naneli chocolove; ve peynir tabağı için 5 çeşit peynir aldık! Bunların detayları bir sonraki yazının konusu ;)

Gecenin ilerleyen vakitlerinde pişimin koltukta, benimse ayaklarının dibinde uzanmış halde izlediğimiz film, My Neighbor Totoro, ise bu yazının...Tam kıvamında bir sıcak çukulata içmişcesine bir hisle uykuya dalmamı sağlayan...

Film, Mei ve Satsuki isimli iki kardeşin babalarıyla birlikte yeni taşındıkları evin "perili" olduğunu farkedip, yalnızca çocukların görebileceği "orman ruhu" to to ro'yla yaşadıkları fantastik macerayı anlatıyor.. Yukarıdaki sahne Mei'nin totoro ile ilk tanışmasını gösteriyor..

Veee yine ve yeniden soot ball dediğimiz kömül topcukları çıktı karşıma!! :)) Ve bir o kadar tatlı minik ruh totoro vardı!!! Bunların dışında beni biraz korkutmakla birlikte Miyazakinin yaratıcılığına bir kez daha hayran kalmamı sağlayan yumuşacık koltuklu kedibüs ...

Filmde Mei'nin Totoro'nun bulunduğu ormanın kalbine düşmesinden, kedibüsün suratına kadar bana Alice Harikalar Diyarında'yı hatırlatan bir çok ufak detay olmakla birlikte, bir Miyazaki filmi olarak, Mei'nin ifadeleri, koşturuşu, heyecanı, uyuyuşu, "mmaaattteeeee" diye bağırışları, hissettirdikleri ile, Alice'den alakasız ve muhteşem bir film bence!!

İzleyin derim ;)

17 Kasım 2008 Pazartesi

Makarna Anime Günü :)

Dün PiŞicimmlerde makarna ve pamuk şeker eşliğinde Spirited Away izledik :) tabi bir de "ne çok cips"imiz vardı :)) Ben ilk yarısını daha önceden izlemiştim, oldukça keyifli gelmişti, heyecanla beklemiştim ikinci yarısını.. ama ilk yarısını daha çok sevdim.. benim için hep ilk yarısı olarak kalacak kalbimde...
Anime ile tanışmamı ilk Shibi sağlamıştı ama gerçekten izlemeye başlamam Pişicim sayesinde oluyor işte.. Proceksiyon odamısda fındık kapuklarıyla tepişe gülüşe izledik..
Filmi kesinlikle tavsiye ederim!!
Miyazaki rules meeeenn =P
Makarnayı da kesinlikle tavsiye ederim!!
Pişi is ma'meen sistaa!! :) Zaten sırf bu makarna için değil miydi tüm kahve planlarını iptal edip eve geçmek :) Çikolatalı tostum da artık bir dahaki sefere ;)
Film'e dönecek olursak.. Film gerçekten olağanüstü bir hayalgücü, inanılmaz karakterler, iyi kötü arasında incecik çizgilerle bezenmiş!! Bu Miyazaki'nin izlediğim ilk filmi, ama son olmayacağından eminim! İzlerken Eins "hepsi elle cizilmiş olamaz" diyerek beni bu ihtimale sürüklemiş ve hayret içinde sahnelerin iyice içine düşmemi sağlamıştır. Karakterlerin her birini evimde beslemek istemem ve etrafta "kömül" diye sayıklayarak gezinmemi sağlayan filmin konusuna gelirsek; Chihiro isimli küçük bir kızın ailesiyle yaptığı yolculuk sırasında keşfettikleri bir "theme park"a girmeleri ile başlayan fantastik bir macerayı anlatıyor. Filmin geçtiği yer tanrıların arınmaya gittiği kocaman bir hamam dersem ne derece fantastik olduğuna dair bir fikir oluşur belki !
Vee filmdeki en sevdiğim karakterlerin bi resmi gelsin miiii ?

PS:Einstein'a burdan kolu için özürlerimi iletiyorum :)

13 Kasım 2008 Perşembe

İyki doğmuş bu crunch! :)

Çok çok çok sevgili, bitanecik, minnacık, ruh eşicik, sempatikcik, asabicik, süslücük, güzelcik, sırdaşcık olguncuk, leziz yemek yapancık, ruhumu şımartancık, en bi rahat kavga edebildiğim, en bi net konuştuğum, en bi kızkardiş modunda saçsaça başbaşa didişip 3 dakika sonra gülüşüp mıncıklaştığım bitanecik CRUNCHym!!

İyki doğmuşsun!! :)

12 Kasım 2008 Çarşamba

Ya yaparsak!!

Devrim arabalarına gittik Pazartesi günü (gnctrkcll ;)). O kadar beğendim, o kadar keyifle ve heyecanla izledim ki filmi. Duyguları, coşkuları, endişeleri öyle güzel yaşatmışlar ki attığım kahkahalarda crunch'ım şşşt yaptı bana, gözyaşlarımı burun çekmelerimi dindiremediğim için tanıdık (allahım bu kız yine ağlıyor) bakışlarına tüm metanetimle göğüs gerdim :))

Filmin konusunu tekrarlamak istemiyorum, sadece bu zamana kadar ilk Türk yapımı arabayı sorsalar Anadol olarak cevap verecek olduğumu farkedip utanmamı sağladı. Benim bu filme gitmesem belki de hiç öğrenemeyeceğim bir detaydı.. Bunca emek veren o 23 mühendise büyük haksızlıktı! T gibi daha önceden duymuş olanlar da belki hayatları boyunca "yolda kalan araba" olarak tanıyacaklardı gerçekten.. Ne kadar hazin bir hikaye! Ve ne kadar güzel bir iş bunun beyazperdeye aktarılması!

"Adı Devrim olan bir arabayı zaten yolda yürütmezlerdi..."

Bu arada filmdeki kadro ve oyunculuklar, kıyafetler, doğallıklar ve 60ların hisleri de görülmeye değerdi.. En çok da Nilüfer rolündeki Seçil Mutlu.. Bayıldım kendisine! Bundan sonra kadroda ismini gördüğümde kesinlikle filmini izleyeceklerim listesine aldırdı kendisini!! Nasıl bir tatlılık ve doğallıkla oynadı, anlatamam :)

Filmle ilgili daha uzun süre konuşabilirim sanıyorum. Son kalan Devrim arabası şu anda Eskişehir'de Tülomsaş Müzesinde sergilenmekte, ve halen çalışır durumda. Ne kadar gurur verici!! Eskişehir'e yeniden gidince (oo! note to self! eskişehir gezisi!!) kesinlikle gidilip görülecekler listemde!

"Türkiye'de hiçbir başarı cezasız kalmaz!!!"

6 Kasım 2008 Perşembe

Karakter Tahlili


Cok sevgili Beyaz Tavşan oldukça hoş bir kişilik testi hazırlamış...
Genellikle bu tip testlerin ücretsiz olmasına pek rastlanmamakla birlikte bu güzel test ücretsiz ve oldukça da tutarlı sonuçlar veriyor :)

Sitede sonuçlarınızı paylaşabileceğiniz bir yorum alanı mevcut da olsa, burada biz bizeyiz, gelin burada da paylaşalım diyorum ;)

Yönlendirmelere mahal vermemek için kendi sonucumu yorumlar kısmında paylaşacağım, siz de testi yaptıktan sonra ( soruları cevaplamak ve anahtarlamak 15 dakika civarı sürüyor) kendi sonuçlarınızı, size uygun olup olmadığını yorumlarda belirtirseniz çook sevinirim...

5 Kasım 2008 Çarşamba

Suffer Girl! :)

Dünden anlamalıydım aslında... O ıhlamuru içmeliydim teklif edildiğinde... Uykumu güzelce almalıydım... İpten inip terli terli tişörtle ipte makarna zıplattırmamalıydım...
Ama hepsi oldu bir kere...
Belki olması da gerekiyordu...
Sonuç: Welcome suffer girl! Boğazımın ortasında koca bir top var! :)

Boğaz çakramın da tıkalı olabileceğii rivayetler arasında... Konuşmaktan, söylemekten çekindiğim konular, gergin durumlar, ifade edilme beklentisi nedeniyle gerilmiş olabileceği söylenmekte...
Çözüm?
Gökyüzüne bak, doğa yürüyüşleri yap... Turkuvaz giy...
Ihlamur iç... Kekik kaynat... Boğazına şal dola.. Bal yala... Yumurta hüplet...
Hepsi yapıldı...

eee?
neden hala zıplayarak çıkmadı bu top!
neden :)

27 Ekim 2008 Pazartesi

Pire için yorganı ateşe verdiler!

Bu siteyi bir şekilde takip eden insanlara işkence çektirmemek adına bir adet de Wordpress sitesine siteyi kopyalayıp, sevgili Diyarbakır 1. Sulh Ceza mahkemesinin kafasına esmesi sonucunda bir oraya bir buraya taşınarak işleri yürütmeye çalışacağım...

Bunun haricinde aynı youtube ulaşımı gibi Ktunnel.com sitesindeki adres çubuğuna site adresi girerek ziyaret edebilirsiniz.. Buraya ulaştıysanız bunları zaten çoktan biliyorsunuzdur o da ayrı tabi :)

Bu konudaki delirmelerimi bu deneme yazısından sonra yeniden gündeme getireceğim. Eğer açabilir isem www.agacevdebirperi.wordpress.com adresinden bloguma ulaşabilir hale geleceksiniz ey türk gençliği..
Yurtdışı içinse ne kadar şanslı olduğunuzu söylemeden geçemeyeceğim..
İyi seyirler...
İfade özgürlüğümüzün de göz göre göre elimizden alınmasını boş ve bitkin gözlerle seyretmek dışında birşeyler yapmak istiyorum!

Söylentiye göre Digiturk tarafından açılan, LigTv yayınlayan bloglara karşı gerçekleştirilmiş bir dava sonucu TÜM blog siteleri kapatılmıştır..

Devam! Pire için yorgan yakmaya tam gaz devam!!

22 Ekim 2008 Çarşamba

Not Defteri 3

Bu not tutup yazmama işini bakalım nereye kadar götüreceğim.
Şöyle yazmışken güzelinden yazayım dediğim için kısa kısa yazıları başımdan geçenlere haksızlıkmış gibi görüyorum, vakit ayırmadan yazmak istemiyorum ama böyle giderse de aklımdan uçup gitmelerinden korkuyorum... Yaşasın minik not defterim :)

1-Kalpli şekerlik eşliğindeki mükemmel müzikli "sen böyle gidersen fazla yaşamazsın" tadındaki uptown gecesi

2-Pempe panvurlu bahçeli ev, ördekler ve falfalfal :)

3- Max ödevlerim

Şimdilik bu kadar yine.. Birgün oturup topluca yazmam gerek! Günlük tutarken de böyle üşenirdim zaten bazı bazı, kısaca unutmamak için notlar alırdım, onlar da birikirdi, sonra dönüp bakınca hiçbişe hatırlamazdım :)

Burda öyle olmamalıı!

17 Ekim 2008 Cuma

Pac-Brain


Bu sıralar durdurulamaz bir öğrenme açlığım var!
Sırf bu yüzden Project Management ödevi yapıp Basic Networking öğrendim, algoritm filan dediler, güldüm geçtim bi mutlu oldum saçmaladım.
Yine bu yüzden okuduğum kitapları, yazarlarını hayatlarını araştırdım, onları araştırmışken akımları araştırmamak olmazdı onları da bir araştırdım.
Alakam olmayan bir şekilde politik görüşler ile ilgili komplolar, teoriler birşeyler öğrendim.
Teslacığımın ZPE konusu ile ilgili başlangıçlar yaptım.
Risk Society nedir aradım buldum, akıl babası kimdir ona baktım.

Bunca manasız şeyi büyük bir keyifle araştırdım... Resmen birileri birşeyler söylesin diye bekliyorum.. Beynim bir anda önüne gelen her türlü bilgiyi içmeye başladı, şaşırdım, keyif aldım, öğrendiklerimi unutma aşamasına gelmekten korktuğum için burada paylaşmak istedim :))

Buraya yazınca öyle yüzeysel öğrenmek gibi bir şansım olmayacağı için gerçekten ilgimi çeken konuları buraya yazıp, böylece unutmamayı garantilemek ve kendimi "bak başkalarının okuduğu birşeyler hakkında sallapati atıp tutamazsın" diye konuyu özümsemek zorunda bırakmış olacağım.

Pac-Brain serisine hoşgeldiniz :)
Umarım bu bilgi açlığım hiç geçmez!

*oradaki garip sarı şeyler ufak beyinler,
onları pizza sananları kınıyor ve yanlışlarını görmeye davet ediyorum ;)

13 Ekim 2008 Pazartesi

feylesof-1

kendimi açıklamaya çalışmaktan yoruldum, yeni birine kendini tekrar tanıtmak, dereotu sevmem bilmemne...

öyle miyim ben de gerçekten... yoksa aslında yeni birilerine kendimi tanıtmak mı istiyorum... ben beni tanıyamadım çözemedim, belki siz çözesiniz mi demek, kendini bırakmak, bıkmak, bezmek mi bu?

yazasım da yok belki, daha ziyade konuşasım var, çimlere yayılıp, şarap açıp, felsefe yapmak, sevilmek, sevmek, ilgi bilgi paylaşmak, gülmek, düşünmek, kederlenmek...

hep böyle virgüllerim var, "bi de" lerim var, nedensizce, 3 noktalarım var, kararsızlıklar... yazdıkca daha neler neler çıkıyor ama hep virgül kullanılmaz ki, nokta gerekli bazı yerlerde.

"değişmeyen herşey yokolmaya mahkumdur" ortaokul yılları.. değiştik, var mı olduk peki böylece? gerçekliklerden bi haber, kalbimiz baskın desek de beynimizi kullanarak, gözlüklerimizi pembe sanıp çıkarmazken belki çoktan tozlandıklarını anlamak...

daha neler keşfetmek, neler konuşmak, görmek, yaşamak istiyorum. bir yandan da kıpırdamamak, oturmak, sadece bildiğim güvendiğim noktada kalmak.

bacaklarımı önüme uzatıp oyuncaklarla oynamak...

10 Ekim 2008 Cuma

Gökyüzünün marifeti


Bugün hava çok kararsız durumda...
Kapalı olmak istiyor ama güneş ışıkları çıkıyor orasından burasından bulutların, sanki zaten kafası karışık olanların ruhlarını gökyüzünden yansıtıyor, dünyaya yayın yapıyor...
Ya da ben böyle hissediyorum. Güzelliklere, hüzünlere, yağmura, hasrete, mutluluğa gebe bir gökyüzü var karşımda
Ve benim içimde kocaman bir mutluluk var... O kadar mutluyum ki söylemeye utanıyorum* cinsinden bir mutluluk! Nereden gelir nereye gider bu mutluluk, neden aniden sarılasın gelir birilerine, ve kimsenin kötü olamayacağına inanırsın?
Evrene güvenini nasıl tazeler ufak bir duygu, ki aslında belirli bir neden bile yokken kimbilir hangi ufak böceğin kanadına takılıp sen görmeden gelir yerleşir aklına, kalbine...
Birazı Crebro sayesinde, biliyorum, öylesine iç açıcı ki, böyle olabilir geleceğim diyorum, umut doluyorum, istekle taşıyorum...
Gözlerim sanki kuş olmuşlar uçuyorlar bir yerlerde...
:))) Mutluyum...


* Voltaire. Hülyacığımdan duymuştum.. Öyle hoşuma gitti ki, kullanmadan edemiyorum

7 Ekim 2008 Salı

Zaman


Zamanı gelmişti artık..
Oturup doğru düzgün yazmamın, birşeylerle ilgilenmemin, onu geçtim içimi dökmenin boşaltmanın zamanı gelmiş!
Bakmak ve düşünmek yetmiyormuş.. Biriktirmek güzel de olsa bir süre sonra birikenler eyleme geçmek için itişip kakışıyormuş... Bugün "Biz burda devrim yapıyoruz sinyorita" olacağım
Evim var toplamam gereken
Odam var, çatım var, depom var
Kafam var önce boşaltmam, sonra düzenlemem ve yeniden yerleştirmem, eskileri atmam, yenileri parlatmam, en yenileri kabul etmek için yer açmam gereken.
Bilgisayarlar var format atılması, temizlenmesi aktive edilmesi gereken.
Programlarım var, çizimlerim var, yazılarım var
Ve artık böyle harcanacak zamanım yok
Tv yok
Telefon yok
İş dışında internet yookk
Herkesin her dediğini, hayatı, olayları, planları çok ciddiye almak yok
Şarap var, keyif var, şarkılar var artık
Uzundur vücudun yalvardığı detoks var, essential amino acids var, spor var, hareket var
Ben artık başkalarının kalıplarında durmak istemiyorum
Dinlemek ve açılmak, benim istemesem de yapacağım şeyler, bunlarla birlikte yaşamayı öğreneceğim. Herkes kendi deneyimleri ölçüsünde konuşur, bunu kabul edip hoşuma gidenleri alıp KENDİ yolumu çizeceğim... Ve hep kırgın olduğum ZAMAN şimdi benim yanımda olucak
Kendimle barışmamın zamanı gelmişti...

resim=Defne'den. Defne'nin blogunda mutluluk başlığında çektiği "mum çiçeği"nin resmi..
Öylesine huzur verdi ki bana kadife gibi yaprakları bu yazıya çok uygun geldi kendisi...
Bir de muzip muzip dil çıkarmış gibi durmuyor mu sizce de ? ;)

3 Ekim 2008 Cuma

Not Defteri 2

Yine üşeniyorum :)
Liste

1-) Oruç tuttum! Evet evet! ben! tam koca bi gün oruç tuttum :) Münevver mi? yanıma bile yaklaşamadı!! yaşasın mı! yaşasın :) oruç açarken içtiğim suda dilek diledim.. günümü anlatmalıyım birgün çok güzeldi
2-) Ekim geldi! yaşasın ekim! film ekimi :) şu an bizde daha ziyade lost ekimi... şarap! film! ekim!!
3-) Eskişehire gittik! muhteşemdi :) porsuk aşığı oldum! yerleşesim var!
4-) t-shirt torbayı yazmam gerek halenn

bilmem ki başka ne oldu :)

5-) mızıka öğrendim güzelce (eehh)
yaşasın
6-) çok baileys çok da iyi değil :)
liste sonu

11 Eylül 2008 Perşembe

Not defteri


Yazı yazmak istiyorummm ama üşeniyorum.
O yüzden hatırlatıcı maddeler olarak koyup ilhamım ve keyfim yerine geldiğinde uzun uzun açacağım bu konuları

1- Marketlerdeki plastik poşetlerin kullanımının azaltılması
Evdeki eski T-shirtlerimizi, bez çantalarımızı, filelerimizi ortaya çıkarıp en azından arabada taşımaya başlasak da poşet kullanmasak.
Ben şimdilik çok unutkan olduğum için bir iki bişey aldıysam elimde ya da çantamda taşıyorum, ama büyük alışverişlere cidden kendi poşetimizle gitmek gerek.

2-Fast food hareketine karşı olarak kendi yemeğimizin yanımıza alınması; nam-ı diğer sefertasıhareketi!

3- Artık ciddi anlamda et yemiyorum oley :) 1 aydır ne beyaz et ne kırmızı et... sonumuz alzeimer :P şaka bir yana ne zaman buraya yazsam bir şekilde menüme dahil oluyorlar. Bir tek 26sında iftara gittiğimizde yiyebilirim ama uzaklaştıkça çekiciliği de anlatılmaz azalıyor!

4-Sevdiğim blogları kenara köşeye bir listelemem gerek, sürekli erteliyorum, buraya not düşeyim.
Minnos
Gidilmeyen
Hulya
Basitbiryasam
Crebro
StudioJournal

Şimdilik sanıyorum bu kadar :) Aklıma geldikçe not düşerim

resim:http://www.michelart.net

1 Eylül 2008 Pazartesi

Eylül geldi!!

Eylül geldi!!
Hoşgeldi :)
Uzun yollar bekler bizi Eylül'de... Kırmızı yapraklar... Yavaş yavaş soğuyan havalar... Çiseleyen yağmurlar...
Yazdan kalma alışkanlıkla incecik pikelere sarılıp uyuyup sabahları burnumuzun ucu buz gibi uyanma mevsimidir eylül... Yazın mahmurluğunu atıp yapraklarımızı dökme, yenilenme mevsimi...
Bazen bunaltıcı olur havası, karanlık olur gökyüzü, bazen de serin bir rüzgarın arasından sırtımızı sıvazla güneş, sıcacık!
Güzel bir sonbahar diliyorum!
Eylül bir de tabi benim canım bitanecim annemin ve dalgacı babişkomun doğduğu aydır...
Ne güzeldir... Uzun zamandır böyle beklememişim Eylülü demek ki...
Hoşgeldin! :)

29 Ağustos 2008 Cuma

Everybody's free (to wear sunscreen)

Baz Luhrmann-Everybody's Free
Manasız yasaklarla dolu bir ülkede yaşamayanlar için buradan izlenebilir :)

Ladies and Gentlemen of the class of '97... wear sunscreen.

If I could offer you only one tip for the future, sunscreen would be IT.

The long term benefits of sunscreen have been proved by scientists whereas the rest of my advice has no basis more reliable than my own meandering experience.

I will dispense this advice now.

Enjoy the power and beauty of your youth. Never mind. You will not understand the power and beauty of your youth until they have faded. But trust me, in 20 years you'll look back at photos of yourself and recall in a way you can't grasp now how much possibility lay before you and how fabulous you really looked.

You are NOT as fat as you imagine.

Don't worry about the future; or worry, but know that worrying is as effective as trying to solve an algebra equation by chewing bubblegum. The real troubles in your life are apt to be things that never crossed your worried mind; the kind that blindside you at 4pm on some idle Tuesday.

Do one thing every day that scares you.

Sing.

Don't be reckless with other people's hearts, don't put up with people who are reckless with yours.

Floss.

Don't waste your time on jealousy; sometimes you're ahead, sometimes you're behind. The race is long, and in the end, it's only with yourself.

Remember compliments you receive, forget the insults; if you succeed in doing this, tell me how.

Keep your old love letters, throw away your old bank statements.

Stretch.

Don't feel guilty if you don't know what you want to do with your life. The most interesting people I know didn't know at 22 what they wanted to do with their lives, some of the most interesting 40 year olds I know still don't.

Get plenty of calcium.

Be kind to your knees, you'll miss them when they're gone.

Maybe you'll marry, maybe you won't, maybe you'll have children, maybe you won't, maybe you'll divorce at 40, maybe you'll dance the funky chicken on your 75th wedding anniversary. Whatever you do, don't congratulate yourself too much or berate yourself, either. Your choices are half chance, so are everybody else's. Enjoy your body, use it every way you can. Don't be afraid of it, or what other people think of it, it's the greatest instrument you'll ever own.

Dance. Even if you have nowhere to do it but in your own living room.

Read the directions, even if you don't follow them.

Do NOT read beauty magazines, they will only make you feel ugly.

Get to know your parents, you never know when they'll be gone for good.

Be nice to your siblings; they are your best link to your past and the people most likely to stick with you in the future.

Understand that friends come and go, but for the precious few you should hold on. Work hard to bridge the gaps in geography in lifestyle because the older you get, the more you need the people you knew when you were young.

Live in New York City once, but leave before it makes you hard; live in Northern California once, but leave before it makes you soft.

Travel.

Accept certain inalienable truths, prices will rise, politicians will philander, you too will get old, and when you do you'll fantasize that when you were young prices were reasonable, politicians were noble and children respected their elders.

Respect your elders.

Don't expect anyone else to support you. Maybe you have a trust fund, maybe you'll have a wealthy spouse; but you never know when either one might run out.

Don't mess too much with your hair, or by the time you're 40, it will look 85.

Be careful whose advice you buy, but, be patient with those who supply it. Advice is a form of nostalgia, dispensing it is a way of fishing the past from the disposal, wiping it off, painting over the ugly parts and recycling it for more than it's worth.

But trust me on the sunscreen.


from William Shakespeare's Romeo and Juliet
music from the House of Iona, Something For Everybody

27 Ağustos 2008 Çarşamba

Paramı Tanımak İstiyorum

Körlerin ve görme engeli olan/ az gören insanların çevrelerindeki insanlara bağımlı olmadan (pardon bu kaç lira acaba?) kağıt paraları tanıyabilmeleri için paraların Avrupa ve Amerika'daki gibi cetvelli sistemle düzenlenmesine yönelik bir kampanya başlatılmış. Paraların farklı boyutlarda basılması ile bu engelin önüne geçileceği aslında çok açık.

Oysa ki ben bugüne kadar gördüğüm dolar ve euroların boyutlarının neden farklı olduğunu durup düşünmemiştim bile. İnsanların hayatını bu denli etkileyen şeyler bizim gibiler için ne kadar dikkat edilmez ve ufak...

Kötü yollarda tek derdimiz topuğumuzun çukura girmesi iken, tekerlekli sandalye ile yaşamını sürdüren birisi için o yol çıkmaz demek, dön dolaş başka bir yol bul demek! Duyma engelliler için televizyon haberlerini sadece TRTden izlemeleri, veya diğer haber kanallarındaki manasız haber başlıklarından haberin ne olduğuna dair fikir yürütmeleri bekleniyor...

Belki de birşey beklenmiyor bilemiyorum...

Ufak bir hikayeyle bitirelim bari bu yazıyı da...
Adamın biri, ilk defa gittiği küçük bir kasabada şaşkın şaşkın gezindikten sonra yol kenarında duran bir arabanın yanına sokulmuş ve arka koltukta tek başına oturan çocuğa:
- Buraların yabancısıyım, demiş. Parkın hemen yanıbaşındaki fırını arıyorum, çok yakın olduğunu söylediler. Çocuk, arabanın penceresini iyice açtıktan sonra:
- Ben de buraya ilk defa geliyorum, demiş. Ama sağ tarafa gitmeniz gerekiyor herhalde. Adam, çocuğun da yabancı olmasına rağmen bunu nasıl anladığını sormuş ister istemez. Çocuk:
- Ihlamur çiçeklerinin kokusunu duymuyor musunuz? diye gülümsemiş. Kuş cıvıltıları da oradan geliyor zaten.
- İyi ama, demiş adam, bunların parktan değil de tek bir ağaçtan gelmediği ne malum?
- Tek bir ağaçtan bu kadar yoğun koku gelmez, diye atılmış çocuk. Üstelik, manolyalar da katılıyor onlara. Hem biraz derin nefes alırsanız, fırından yeni çıkmış ekmeklerin kokusunu duyacaksınız. Adam, gözlerini hafifçe kısarak denileni yaptıktan sonra, cebinden bir kağıt para çıkartıp teşekkür ederken farketmiş onun kör olduğunu. Çocuk ise, konuşurken bir anda sözlerini yarıda kesmesinden anlamış, adamın kendisini farkettiğini. Işığa hasret gözlerini ondan saklamaya çalışırken:
- Üç yıl önce bir kaza geçirmiştim, demiş, görmeyi o kadar çok özledim ki. Sizinkiler sağlam öyle değil mi? Adam, çocuğun tarif ettiği yerde bulunan fırına yönelirken:
- Artık emin değilim, demiş. Emin olduğum tek şey, benden iyi gördüğündür.

Merak edenler için parasını tanımak isteyenlerin sitesi

Bakmakla yetinmeyip GÖRDÜĞÜNÜZ günler dilerim ;)

*çok TRTvari bir bitiş oldu... öğle öncesi yazısı olmasına verin!*

22 Ağustos 2008 Cuma

Deli mi ne?


Tuvaletleri çok severim!
Evet!
gerçekten :)
öyle kokan tuvaletlere hasta değilim tabi ki!
ama tuveletlerde huzur vardır sanki... herkes mahcubiyet ve saygı karışımı bir havayla girer tuvalete... nadiren birkaç eşofmanlı, saçlarını salaş göstermek için baya vakit harcamış 3-5 kız yüksek tonlarda muabbet ederler, ki bunlar dolmuş erbabının da tüm hayatlarını öğrenmesinden çekinmeyen, yetti artık dedirtip arkalarından taramalı tüfek, ip fırlatıp boğma, yay çekme gibi hareketlerle hayali olarak öldürülerek huzura kavuşulan insanlardır :)P

bunları saymazsak tuvaletlerde hep bir sessizlik olur.. loş olur tuvaletler.. serin olur
boş boş evdeki tuvalet zeminine oturmayı severim
ofisin en serin yeri olduğu için ofis lavabosunun yanındaki minicik tezgaha bağdaş kurup düşünmeyi veya aynada garip garip hareketler yapmayı severim
küçükken ödevlerimi tuvalette yapardım hep
annemle iddaya girerdik şu saatten önce bitiremezsin derdi bana... ben de çaktırmadan tuvalete gider gibi ödevlerimi yanıma alırdım ki, beni tuvalette sanırlarken ödevimi bitireyim, çıkıp annem umudunu kesmişken "baaaaaaak" diye burnuna ödevi sallayıp annemin şaşkın gözlerini göreyim
insanları şaşırtmayı çok severim bir de
konudan uzaklaşmayalım

tuvaletler huzurlu, saygılı, kutsal, mabet gibi mekanlardır benim için
bu durumda neye taptığımı sorgulamak gerek :)P
bi deli ben miyim ?

15 Ağustos 2008 Cuma

C.A.S.S.

Seydel Söhne!! Nam-ı diğer: C.A.S.S.


El yapımı mızıkam! Club! Octave harmonica!
Çalması zor! başlangıç derslerini internette bulmak daha da zor! ama ben çok seviyorum afilli kıvrılışını, 32 delikli olmasını, görünüşünü, sesini, ben çalarken beni öpmesini :) canım mızıkam!

Bu tip mızıka blues'dan çok country, folk için gidermiş... Tam benlik! :D

PS: happy bithday to me!

*kabının yeşili o kadar yeşil değil ;) normal, sakin, güzel bir yeşil!

14 Ağustos 2008 Perşembe

Eğlenceli Düğün Davetiyesi :)

Geçmişten çıkanlar

Büyük şeyler elde etmek istiyorsak büyük bedeller ödemeliyiz, küçük çabalarla elde ettiklerimiz yine küçük şeylerdir. Bu büyük bedelleri ödemeye karar vermek bile gercekten uzun zaman alabilir. Sahip olduğun lükslerden vazgeçmek istemezsin, yada daha önüne çıkmamış engelleri gözünde büyütürsün. Bazı günler gelir yeterince inançlısındır bu işi başaracağına ama yeterli isteğin olmazsa harekete geçemezsin. Veya tam tersi işe başlarsın ama inanmıyorsundur, yine ulaşamazsın hedeflediklerine. Öyle bir zaman gelir ki hem yeterli istek hem yeterli inanca sahipsindir, zaten bunlar olduğunda önünde durabilecek hiçbir şey de kalmamıştır. Ve başladığında fark edersin ki sen gerçekten istediğinde evren sana yardim eder, arzuladığın düzene oturur her şey yavaş yavaş.

Tabi her zaman güllük gülistanlık olmaz her şey. Asıl o zaman güçlü olman gerekir zaten. Önündeki engellerin hemen sonrasında yatıyor olabilir başarı, yada yaptığın milyonuncu hatadır seni doğruya götüren. Bunları bilmek de yetmez bazen, yorulursun, bıkarsın ama başarısızlıktan sakınan kişi başarıyı yitirmiş demektir. Hiç hata yapmamak ancak hiç denememekle mümkündür ve hiçbir şey denemeden varabileceğin yer hiçbir yerdir. Her başarısızlıktan, ilerideki başarıya götüren bir sürü ders çıkar. Ancak bu karamsar anlarda karşındaki engeller gerçekten orda olanlardan çok kendi içindekilerdir. Seni kısıtlayan yalnızca kendi düşüncelerindir ve kendine inanırsan aşamayacağın engel yoktur. Yeter ki kendine inan ve kararlı ol

Her şeyden önce hayattaki dengeyi kavramak gerekir,kötü olmadan iyi, olumsuz olmadan olumlu, başarısızlık olmadan başarı olmaz. Bu nedenle her şeyi olduğu gibi kabul etme gücü dilemek gerekir. her şeye, her güne sevgiyle kollarını açarsan ve önüne çıkan kötü kabul ettiğin şeyleri sevgiyle sarmalarsan, bunu gerçekten yapabilirsen, kötü diye kabul ettiğin şeyin aslında bir fırsat olduğunu fark edersin. Şu anda kötü dediğin şey aslında kötü olmayabilir, ve iyi dediğin şey de aslında iyi olmayabilir. Ama bunu bilir ve hala bu yolda sevinçle ilerleyebilirsen başarırsın. Her şey geçicidir ve bu geçicilikler arasında sen anı yaşamalısın, o anda bulunmalısın ki hayatın tadını çıkarabilesin. Geçmiş, gelecek ve şu an birdir ama sen geçmişle geleceğe takılmadan anı yaşamalısın. Bu gün sorun gördüğün şeyleri 10 yıl sonra hatırlamayacağını bilmelisin ve bu nedenle, bu güçle karşına çıkan her şeye gülebilmelisin.

Ve gün bitiminde yatağına yattığın zaman için rahat olmalı. Potansiyelini her gün zorlamazsan eğer hep bir parça tereddüt kalır içinde, daha iyisini yapabilir miydim diye. Bu yüzden ya potansiyelini zorlamalısın her gün, ya da zorlamadığın gerçeğiyle barışık yaşamayı öğrenmelisin. Ertesi gün uyandığında, gece yatarkenki duyguların gününü bulandırmamalı. Her güne ışıldayarak başlayacaksın demek değil tabi ki bu, ancak her gün yeni bir mucizedir ve her mucize biraz ilgiyi hak eder. Bu nedenle kötü de başlasa günün bir gülümsemeyi hak etmiştir o güneş. Kalk ve gülümse ve şarkı söyle çünkü beyin ilginçtir, istemeden yaptığın şeylere bile öyle inanır ki o davranışlar düşüncelerin olur. Tam da bu yüzden kötü hissettiğinde her şeye gülebilmelisin, “-mış” gibi yapmalısın ve gerçekten o hale geldiğini görmelisin.

13 Ağustos 2008 Çarşamba

Birşeyler

"söylediklerinize dikkat edin düsüncelere dönüsür...
düsüncelerinize dikkat edin duygulariniza dönüsür...
duygulariniza dikkat edin davranislariniza dönüsür...
davranislariniza dikkat edin aliskanliklariniza dönüsür...
aliskanliklariniza dikkat edin degerlerinize dönüsür...
degerlerinize dikkat edin karakterinize dönüsür...
karakterinize dikkat edin kaderinize dönüsür..."

ben ilk T'den duysam da
bugün Gandhi'nin hayatını okurken buldum
ona aitmiş
bence T söyleyince daha güzel

Iyki dogmusum!! :)

11 Ağustos benim doğumgünümdüüü :)
Balonlarım vardı rengarenk havalarda uçuşan
Mızıkam vardı "hepi börtdey tu yu" çalmayı 15 dakikada keşfederek ileride ne büyük bir deha olacağımın habercisi olan
Fötr şapkam vardı mızıka çalarken kafamda durup karizma yaratan
Mor hippi elbisem vardı ruh halimi yansıtan
Bi de T vardı bunları planlayan
E vardı, H vardı bunları süprüzleyen
Sonra beni gezdiren Hgirl vardı, Çilli vardı
En akıldan çıkmaz doğum günüm geçen seneki havuz başım da olsa, bu da oldukça akılda kalıcı oldu
T'ye... sonsuz sabrı, tatlı düşünceleri, süprizi, sevgisi, beni bugün olduğum kişi yaptığı için
Anneme... beni karnında taşıdığı, her gün sevildiğimi hissettirdiği, canım olduğu için
Hgirle, Çilli'ye... beni yalnız bırakmadıkları için
ve kutlayan herkese unutmadıkları için
çok çok çok teşekkür ediyorum

evet
23 oldum...hatta belki 24-25-26 oldum bi günde :)

* bu resim sevgili engin'in bana gecmis bir dogum gunu hediyesidir :)
ismi superkahramandır ve omzumdaki ufak sey de superkahramanların vazgecilmez yoldaslarındandır :)
kıyafetim ve sacım ise mezuniyetteki ile birebir aynıdır :)

23 Temmuz 2008 Çarşamba

Tartışmanın dayanılmaz hafifliği


Düşünmek, tartışmak, paylaşmak hele de kafa dengi insanlarla bunları yapmak ne kadar güzel!!
Evet demek, farketmeden kafa sallamak, saçmalama diye kendi fikrini savunmak, bazen hak vermek, bazen ödün vermemek... :)

"Tartışma" hep negatif birşey olarak algılanırdı ben küçükken.. Oysa şimdi en hararetli tartışmaları yapıp, en derin konulara girip, bazen bağır çağır, bazen küs otur döngüleri içerisinde bile birbirimize saygımızı koruyabiliyoruz. Artık tartışma bende negatif değil aksine pozitif hisler uyandırıyor. Fikirleri çatıştırmak, harmanlamak ve paylaşmak tartışmaktan geçiyor çünkü.

Ancak gerçekten bir noktaya varamadığımız, biraz daha ilerlersek kırıcı olacak olan tartışmaları bulunduğu yerde bırakıp kaçmak gerekiyor. Tartışmayı durumu ortaya koymak suretiyle ertelemek hem hararet ile söylenebilecek sözlerden kurtarıyor bizi, hem de bir noktaya gelip tıkanmadan önce üzerini güzelce kapattığımız tartışmayı zamanı gelince raftan indirip daha sağlıklı şekilde inceleyebiliyoruz.

Tartışma dediğim "fikirleri karşı karşıya getirme" eylemini polemik, kışkırtma ve kavgadan ayırmak gerek. Söylediğiniz bir sözü döndürüp dolaştırıp çıkılmaz noktaya getirmeye çalışan, negatif eleştiri okları yağdıran, öfkeliyken asıl yaptığı bağırmak olup tartıştığını zanneden insanlarla (ki bu sınıfa bazen ben de giriyorum ;)) tartışmaya girmekten de kaçınılması gerektiğini düşünüyorum.

Don't argue with stupid people, others may not understand the difference

Bana kaliteli tartışmalar yaşatan, yeni birşeyler öğrenmeme vesile olan, konulara farklı taraflardan bakmamı sağlayan herkese çok teşekkür ediyorum! :)

Tabiii bu tartışmaları eyleme dökmek gerek biraz da... Eğitim şart ;)

Biraz kopuk bir yazı oldu ama "yaza" verin...

14 Temmuz 2008 Pazartesi

Všetko najlepšie k narodeninám!!


Happy Birthday Janka :)

You are the best sister-in-luv-to-be that a girl can ever have :D


Posielam ti bozky a objatia

Hergün Mojito içilmez :)


Annişimi yolladıktan sonra parti kızı moduna geçiş yaşandı :) Cuma günü aldığımız bir şişe Bacardi Rom, akşam eve geldiğimizde biraz da benim çabamla Mojito'ya dönüştü... Mojito dediğimiz mohito olarak okunan bu kokteylin yapılışı ise şu şekilde;

Malzemeler
1 tepeleme çorba kaşığı şeker
10 nane yaprağı
5 ölçü schweppes bitter lemon (veya 3 ölçü soda water, 2 ölçü misket limon suyu)
4 ölçü bacardi rum
kırılmış buz

Sağlam gördüğümüz bir bardağa şekeri ve nane yapraklarını koyuyoruz. Metal bir ezici yardımı ile (ben evdeki havanın ezicisini kullandım) naneyle şekeri, nane yapraklarını çok da deforme etmeden eziyoruz. Daha sonra üzerine Schweppes limonu ve kırımış buzları koyup bacardiyi üzerine döküyoruz...

Naneli, soğuk ve içimi kolay olduğu için mükemmel bir yaz içkisi oluyor mojito... Çarpmıyor, sadece ferah bir gülümseme oluşturuyor suratta, ufak bir çay bardağını minik minik yudumlayarak keyif yapılmasına olanak tanıyor :)

Cuma akşamı yaptığımız mojitonun bana düşen kısmını ben bitirdim:) Ancak cumartesi kalktığımda bitmemiş yarım bardak bir mojito çarptı gözüme... Azıcık tadına bakayım dedim... Onu da cumartesi günü içmiş olduk... Pazar da gelen arkadaşlarım ısrar ettiler, onlara hazırladım, Hboy beğenmeyince onunkini de içtim... Oldu mu size 3 gün! :)

Annemin yokluğunda kendimi alkole vereceğimi kim tahmin edebilirdi ki...
Merak etme annişkom şaka yapıyorumm!! ;)

11 Temmuz 2008 Cuma

Bir hüzünlü yolculama...veya...yaşasın özgürüm :)


Bu sabah saat 5:30da annemi yolculadım... Bilen bilir, abimin yanına gidiyor 5 haftalığına... Gezicek, kamp yapıcak, denize girecek, yürüycek ve çok eylenecek biliyorum :) Ama daha şimdiden özledim! Aradığım anda gelebilecek kadar yakında olmaması başka bir duygu gerçekten... musscuğum için en azından el uzatma mesafesinde olacak bu süre içerisinde...

Dün gece 10 civarında başladık hazırlanmaya :D Tam tipik biz! En son ana kadar rahatımızı bozmuyoruz... Neyse ki 10da başlayan bavul toparlama operasyınu 11:30da bitmişti tamamen!:) Naneler, kuruyemişler, baklavalar, lokumlar onlar bunlar şunlar derken anneciğimin kıyafetlerine ufak bir yer kaldı ;) Bavul da oldu mu sana 22.7kg! 23kg en son kabul edilen ağırlık.. Bir de 10kg el bagajı alabiliyor, onu da 5kg olarak aldı yanına... Tabi ben gece boyunca (yani 1:30 ile 5:00am arasında) annemin bavulunun ağır geldiğini, içinden eşyalar çıkardıklarını, acaba herşeyi koydukmu diye didikleme anlarını gördüm rüyamda!!

Sabah 5te kurduğumuz 20 adet alarmın ötmesi ile kalktık, ben aşağıya indim yattım koltuğa, annişim de kahvaltı hazırladı, yaptı, giyindi eşyalarını kontrol etti. Secure drive* tam 5:30da kapının önündeydi, annemi bindirdik arabaya, adam birkaç kişi daha alacağız dedi, el salladık, öpüştük.. Sonra annem yola koyuldu :) :( :)

Tabi adam birkaç kişi daha alacağız dedi ya laf arasında... Benim beynim boş durur mu! Bu sefer de 5:30-8:00am arasındaki rüyalarım annemin uçağı kaçırması, eve dönmesi, panik halinde ucuz uçak aramamızla ilgiliydi!! :) Neyse ki annem uçağa binmeden önce aradı konuştuk, keyfinin yerinde olduğunu öğrendim, problemsiz ve mutlu şekilde uçağa ilerlediğini telefonunu kapatacağını söylediğinde içime bir huzur geldi...

Ev telaşı o aşamada başladı!! Normalde sabah uyanıp yüzünü yıka, krem sür, saçını düzelt, giyin, kedinin mamasını ver, çiçeğini sula, yatağını topla olarak belirlenmiş rutinimi yaptıktan sonraaa, ofise gidecek yemekleri hazırla, kedinin suyunu koy, köpeğin suyunu koy, köpeğin mamasını ver, maması bitmiş diğer kutuyu bul, köpeği dolaştır (-), yemekleri dolaba koy (-), kahvaltı yap (-) gibi daha önce pek bulaşmadığım bu konular da yığılınca üzerime afalladım :) Melek annemm!!
Neyse ki zeki annem bahçe sulama konusunu çözmüştü, bir de onu yazmama gerek kalmadı yapılamayanlar listesine!

Şimdi annem uzun zamandan sonra ilk kez uçakta... Benim de kalbim onunda bulutların üzerinde... İyi eylenceler sevgili ailem!!

*Secure Drive bir havaalanı shuttle hizmeti. Uçağının kalkış saatine göre evine gönderilen servis seni kapının önünden alıp havaalanına bırakıyor... Hem de sadece 30YTL! Çok rahat, huzurlu, konforlu ;) reklammm

9 Temmuz 2008 Çarşamba

Siyah

Siyah şablon seçmemin nedeni enerji tasarrufu... idi...

(bkz: If Google went all-black, it could save 750 megawatt-hours a year)

Ama bunun CRT (cathode ray tube) ekranlarda, yani emektar kare kutularımızda böyle olduğu oraya çıktı :)

Şimdilerde popüler biçimde kullanılan LCD ekranlar için renk menk farketmiyormuş, gönül rahatlığı ile kullanalım mış...

Ne renk yapsam ağaçevimi acaba :))


All Animals Have the Same Skin


Vejetaryen olmaya çalışıp arada bir dayanamayanlardanım... Çoğunlukla et ve tavuk tüketmemeye çalışıp otçul beslensem de bazen balıkları, mantıları hopur hupur götürüyorum... Kısacası tadını sevmediğimden değil, hayvanlara üzüldüğüm için vazgeçiyorum et yemekten, açıklama yapmaya üşendiğim insanlara da midemi rahatsız ediyor diyip içinden çıkamayacağım bir polemiğe girmekten kendimi koruyorum :)

Ama özellikle de teknoloji bu kadar ilerlemişken gerçek kürk giyilmesine, timsah derisi çantalara, kemerlere, ayakkabılara, kozmetiğe kesinlikle karşı çıkıyorum! Yemek konusunda biraz daha ılımlıyım, fizyolojik ihtiyaç olması bakımından (yine de zalimce yöntemlerle olmamalı sofralık hayvan yetiştirmek mümkünse!!!) ama mümkünse yalnızca zevk için olan bu sektörü tüm petrol kuyuları ve sahipleriyle birlikte yakmak istiyorum :) Ha, hiç giymiyor muyum deri ayakkabı, açıkcası bil-mi-yo-rum! Anlamıyorum gerçek deri mi suni mi, mümkünse almadan soruyorum ama mutlaka kullandığım eşyaların bir kısmı gerçek deri içeriyor... Ama bunu en aza indirmek, benim içimi rahatlatıyor, dünyadaki hayvanları ben kurtarmıyorum tabi ki!

Vejetaryen ünlüler:
  • Franz Kafka
  • Leonardo da Vinci
  • Sokrates
  • Nikola Tesla
  • Brad Pitt
  • Liv Tyler
  • Alicia Silverstone
  • Leonard Cohen
  • Lisa Simpson;)
  • Jim Carrey (buraya Ace Ventura filmindeki küçük adamı omzuna kürk yapma resmini aradım, bulamadım :))
  • .....
Yukarıdaki reklamı ise gerçekten çok beğendim... PETAnın çıplak hatun reklamlarının çılgınlığından uzak, kürksüz hayvanları elinde tutan ünlülerden daha az yaralayıcı ama bence oldukça etkileyici ve insanı içine çeken bir reklam... Bu yazı da o reklam sayesinde yazıldı zaten :)

7 Temmuz 2008 Pazartesi

İyki doğmussun senn!!

5 Temmuzdan....

Sevgili muss'um!! İyki doğmuşsun iyki varsın!!
  • televizyondan daha değersiz olduğumu (kızım deli misin, dolapta biri olsa senle mi uğraşcak alır tvyi gider),
  • kafa üstü yere çakıldığımda çıkan sesin evde yankılanmayacağını (şşş, anne duymasın),
  • minder diye üzerimde zıplandığında dahi ölmediğimi,
  • koca cüsseli sorunlu bir çocukla nasıl uğraşılacağını,
  • komplo teorileri üretirken elektrikler gidince beni almaya gelicek helikopterleri beklememin boşuna olduğunu,
  • kahverengi gözün büyük buruna yakışmayacağını,
  • entropinin S yerine H ile gösterilmesindeki derin(!) anlamı,
  • türk filmlerinde ağlamanın (hohoho mendil vereyim mi), dışarı çıkarken süslenmenin (ne o düğüne mi gidiyoruz) getirebilecekleri ile başa çıkmayı,
  • hayallerini gerçekleştirmeyi,
  • mükemmel dostluklar kurmayı,
  • aşkın mesafe, zaman, yer tanımadığını,
  • "can" cinsinden para hesabı yapmayı (hmm bu 3 can eder, pahalıymış:)),
  • uydurmaca dillerle turist taklidi yapmayı,
  • müzikten zevk almayı (ama hiçbir yetenek almamış olmayı ;)),
  • binbir zorlukla aldığın clearasil toniğini olur olmaz kullanmamayı,
  • dolapta "ceset" saklamamayı, ama arada bir tadına bakmayı,
  • maddi zevklerden uzak olmayı,
  • ms2150yi, yogayı, karmayı,
ve daha aklıma gelmeyen nicelerini bana öğrettiğin için, şımarıklıklarıma sabırla katlandığın için, zor anlarımı ben söylemeden anlayıp yatağımın ayak ucunda "anlat bakalım" dediğin için, taa oralardan herşeyime yetiştiğin ve bu kadar tatlı olduğun için iyki doğmuşsun!! Teşekkürler :)

special note: dear janka, thank you for always being there with my oceaneyed hero :) btw you may not know but i look up to you and think "how would she react" in times of trouble :))

Sizi seviyorum!!!

1 Temmuz 2008 Salı

Yepyeni bir ay: Temmuz

Salının sallantısına kapılmışken bu yepyeni ay için güzel dileklerimi sunmayı unuttum sizlere :)


Bu ay benim istediklerim şöyle;
  • Arkadaşlarımla bol bol vakit geçirmek
  • Evde tek olmamı bahane bilip yeni yemekler denemek
  • Huzuragidenyolumun ufak taşlarını temizlemek
  • Zamanın yüceliğini öğrenmek
  • Sabır ve tahammül geliştirmek
  • Farkındalık düzeyimi arttırmak
  • Meditasyona başlamak
  • Patenle engelden atlamak
  • Sivri taraflarımı yontabilecek güce kavuşmak
  • ve daha niceleri:)
Daha ilk günü olmasına rağmen öğrendiklerim ise;
  • Beklemenin keyfine varmak
  • Zamanın ancak içi dolunca hızlı geçtiğini anlamak
  • Hayatta su gibi olmak gerektiği gerçeğini kavramak
  • Akıntıya kürek çekmek yerine akıntıda cupcup yapmak :)
tabi ki herşey bazı birikimlerin doğru zamanı bekleyerek filizlenmesi esasına dayanıyor... Bu ay ekebildiğim tohumları ekmek, önceden ekilmiş olanları güzelce sulamak ve tomurcukları özenle beslemeyi hedefliyorum.

Güzel Temmuzlar!!

temmuzun bir güzel yanı daha var...onu da bilen bilir ;)

Bugün cuma değil ki


Bugün geçmesi gerekenden beşyüzaltmışyedi kat daha yavaş geçiyor... Sabah beni mutlu eden bir telefon görüşmesinden sonra gelen mail ile telefonda yanlış iletişim kurduğumuz ortaya çıkıyor ve düzeltme isteğime halen cevap gelmemiş durumda... Salı gününden nefret mi etsem diye düşünürken "happy tuesday" diye bir kavram kakalamaya çalışıyor bana kızarmış suratlı Amerikalılar... Ama yemem!! Daha cumaya çok var!

Ömer Hayyam

Ömer Hayyam'ın rubailerine denk geldim bugün... Öyle güzel, öyle alaycı, öyle gerçekçiler ki, buraya eklemeden edemedim...

Niceleri geldi, neler istediler;
Sonunda dünyayı bırakıp gittiler;
Sen hiç gitmeyecek gibisin, değil mi?
O gidenler de hep senin gibiydiler.

Ezeli sırları ne sen bilirsin ne de ben
Bu muammayı ne sen okuyabilirsin ne de ben
Perde ardında sen ben dedikodusu var amma
Perde kalktı mı ne sen kalırsın ne de ben...

Ben olamayınca bu güller bu selviler yok
Kızıl dudaklar mis kokulu şaraplar yok
Sabahlar , akşamlar , sevinçler , tasalar yok
Ben düşündükçe var dünya , ben yok o da yok

Sevgiyle yuğrulmamışsa yüreğin
Tekkede, manastırda eremezsin.
Bir kez gerçekten sevdinmi dünyada
Cennetin, cehennemin üstündesin.

Yıllar günler gibi geçti gider;
Nerde o eski dertler, sevinçler?
Belaya aldırmaz aklı olan:
Bu da her şey gibi geçer, der.

Cennette huriler varmış, kara gözlü
İçkinin de ordaymış en güzeli
Desene biz çoktan cennetlik olmuşuz
Bak bir yanda şarap, bir yanda sevgili..

Var mı dünyada günah işlemeyen söyle
Yaşanır mı hiç günah işlemeden söyle
Bana kötü deyip kötülük edeceksen,
Yüce Tanrı, ne farkın kalır benden, söyle.

Beni özene bezene yaratan kim? Sen!
Ne yapacağımı da yazmışın önceden.
Demek günah işleten de sensin bana:
Öyleyse nedir o cennet cehennem?

İçin temiz olmadıktan sonra
Hacı hoca olmuşsun, kaç para!
Hırka, tesbih, post, seccade güzel
Ama Tanrı kanar mı bunlara?

Kim demiş haram nedir bilmez diye Hayyam,
Ben helal ile haramı karıştırmam...
Seninle içilen şarap helaldir,
Sensiz içtiğim su bile haram...

Sevgili, bir başka güzelsin bugün;
Ay gibisin, pırıl pırıl gülüşün.
Güzeller bayram günleri süslenir;
Seninse bayramları süsler yüzün.

25 Haziran 2008 Çarşamba

Kendini gerçekleştiren kehanet

Kendini gerçekleştiren kehanet en başta "yanlış" olarak tanımlanmış bir algının yeni bir davranış biçimi oluşturularak bir süre sonra "doğru"hale gelelebilmesi kavramıdır. Robert K. Merton tarafından geliştirilen bu kavrama göre, doğru ya da yanlış herhangi bir inanç veya beklenti, bu tanımlamayı doğrulayacak yeni bir davranış ortaya çıkarmaktadır.

Diğer bir deyişle kişi bir olayın olacağına dair çok kuvvetli bir inanç besliyorsa , olayın kendini göstereceği durumları yaratan, desteleyen ve doğru çıkaran davranışlarda bulunmaktadır. "Çok sakarım", "Bugün çok kötü bir gün", "Hiçbirşeyi başaramazsın" gibi olumlamalar kişinin bardakları devirmesi, kötü bir gün geçirmesi ve başarısız olmasıyla sonuçlanmaktadır.

Önyargı aslında bunun güzel bir örneğidir. Kendinize karşı, başkalarına karşı, hayata karşı olan önyargılarınız ve beklentileriniz hayatı tam da düşündüğünüz hale sokar. Ekşisözlükten bir alıntı yaparsak "karsinizdaki insanin x cesit insanlardan oldugunu dusunuyorsunuzdur, o sekilde davranirsiniz, karsinizdakinden gelen negatif tepkileri de "hah, iste hakliymisim, o x cesit bi insanmis" diye yorumlarsiniz ve o sekilde davranmaya devam edersiniz. o da ayni tepkileri verdikce siz de kendi kendinizi tebrik edersiniz bu basarili tespitinizden oturu. kehanetiniz gerceklesmistir, afiyet olsun." diye de yorumlayabiliriz :)

Bu kehanet tabi ki ters yönde de işlemektedir. Bu popüler kültürün dilindeki "çekim yasası"dır :) Olumlu düşüncelerin olumlu eylemleri çekeceği düşüncesine dayanır. Ancak olumsuz kehanetlere oranla gerçekleşmesi daha çok çaba istemektedir.

Olumlu kehanetlerin olumsuzlardan daha zor olmasının nedeni insanın kendisine acımasının ve problemi başkasının üzerine atmasının daha kolay olması olabilir. Olumlama yaparken bile " ya olmazsa" diye düşünen insanın "düşündüğü başına gelir". Kendinden memnun olmayan kişi sürekli olarak "ben çok başarılıyım" der ve birkaç gün içerisinde halen zengin olmadığını farkettiğinde bunu bile beceremediğini düşünerek öncekinden daha bezgin bir konuma gelir.

Olumlamayı yalnızca bir motto olarak tekrarlamaktan çok bir deneme süresine tabi tutmak başarmaya bir adım yaklaşmak olabilir. Kendinizle ilgili hoşunuza gitmeyen bir varsayımı değiştirirken baskı yapmak yerine denemeyi seçmelisiniz. 4 hafta boyunca "etraftaki bardaklara dikkat etmeye" "her güne spor yaparak ve gülümseyerek başlamaya" "başarılı olduğunu kendine hissettirecek ufak işler yapmaya" kendimizi ikna edersek ve varsayımlarımızı "sakar mı?kim ben mi:D", " ne güzel bir gün", "bu da başardım yine" olarak değiştirirsek... Neden olmasın? Denemeye değmez mi:)

"Bir insana olduğu gibi davranırsan olduğu gibi kalır. Olabileceği gibi davranırsan olabileceği gibi olur.” (Goethe)

"Ne düşünüyorsan O'sun" (Mevlana)



yazının ilham kaynağı http://beyaztavsan.com fırsatınız varsa ziyaret edin derim

17 Haziran 2008 Salı

Param var ama tüketmeye hakkım yok

Tüketim Toplumuna Hayır yazımda bahsettiğim Hayrettin Karaca ile röportajın bir kısmını buraya almak istedim... Gerçekten okuyunca insanın etkilendiği bir yazı. TEMA Vakfının kurucusu "Erozyon Dede" aynı zamanda Türkiye'nin ilk özel arboretumunun(Latince olan bu kelime, ağaçları çeşitli yönden incelemek amacıyla, ağaç türlerinden meydana getirilen bahçe demek) da kurucusu. Aşağıda parça parça okuyacağınız röportajın tamamını burada bulabilirsiniz...


Kırmızı süveteri delik deşik olmasına rağmen hala üzerinde, ayakkabısı yamalı. Sökükpaltosunu, pantolonunu, yakalarını ters yüz ettiği gömleklerini yıllardır kullanıyor. 10 yıldır hiçbir şey almamış üzerine. Karaca markasının ve TEMA Vakfı'nın kurucusu Hayrettin Karaca 'Param var ama tüketmeye hakkım yok' diyerek 'Al, tüket ve yok et' diyen tüketim toplumuna açtığı savaşla gurur duyuyor...

Dünyada tüm insanları doyuracak kadar yiyecek olduğunu ama gözü aç olanları doyuracak hiçbir şeyin olmadığını söyleyen Karaca, Türkiye'de bir zamanlar fakirleri aç bırakmayan kültürün nasıl yok olduğunu hüzünlenerek anlattı. Televole kültürünün karşısında birtakım değerlerin yok olduğunu söyleyen Karaca, çocukluk günlerinin 'komşuyu aç bırakmayan' kültürünün yeniden dirilmesiyle, açlıkla savaşılabileceğini söyledi. 'Dünya ikiye bölünmüş artık. Gözü açlar ve karnı açlar. İşte o gözü açları doyurmayacağız!

Tüketim toplumunun rezalet hale geldiğini savunan Karaca, 'Akmerkez'in önünden geçmeye utanıyorum, nedir bu ışıklar, bu rezalet. Yılbaşı demek al, tüket, yok et, yaşamı mahvet demek. O yüzden bu yırtık kazağı gururla taşıyorum üzerimde. Global ekonomi insanları kullanıyor. Ama bakın beni kullanamıyor, çünkü izin vermiyorum. Çok da mutluyum. Bunu elimden hiçbir güç alamaz. İnanç her şeyi halleder'

'Nedir benim ihtiyacım; doymam, sağlığım, barınmam, kuşanmam; bunun dışında hiçbir şey tüketmeye hakkım yok.Bunu herkes yapabilir. 'Bir' çok güçlüdür. Atatürk bir kişiydi. Her şey bir ile başlar. Bir yoksa iki olmaz. Ben de yakınlarıma örnek olmaya çalışıyorum'
  • Dünyada makyaj malzemesi için yapılan harcama 18 milyar dolar. Dünyadaki tüm kadınların üreme sağlığı ve bakımı için gerekli para 12 milyar dolar.
  • Parfüme harcanan para 15 milyar dolar. Evrensel okur yazarlığın sağlanması için gereken yıllık ek yatırım 5 milyar dolar.
  • Deniz seyahatlerine harcanan para 14 milyar dolar. Dünyada herkese temiz içme suyu sağlaması için gerekli miktar 10 milyar dolar.
  • Avrupa'da dondurmaya harcanan para 11 milyar dolar. Her çocuğun aşılanması için gerekli miktar 1.3 milyar dolar.

Hayatımda izlediğim en romantik film



Bu filmi aslında ilk kez yurt odasına gittiğim, ilk kez yurt arkadaşıyla tanıştığım ve ilk kez bunca delice dansettiğim Sinemciğimin dizüstüsünde izlemiştim... Gerçekten çok güzel ve etkileyici bir film... Yakın zamanda kendisini indirip CDye çekmişliğim olmakla birlikte CDyi bulamadığımdan oturup "sevgili ile film saati" keyfi yapamıyoruz. Ama pek bi saygıdeğer muhterem muss "PS:I Love You" konusunda yaptığı yorumda bu konudan bahsedince dayanamadım yazmak istedim.

İzlemeyenlere tavsiye ederim!! Bu film o kadar güzel ki konusundan bahsetmek istemiyorum bile.. Bomboş izleyin, beklentisiz, beyaz... Benim gibi, bir yatakta 3 kişi, adını bile duymadığınız bir filmi izleyip, azcık tanıdığınız insanlarla mendilinizi paylaşın :)
Ya da çokca tanıdığınız insanlarla, akan rimelinizle, kırmızı burnunuzla dalga geçmeyecek, geçse de umrunuzda olmayacak insanlarla, kucağınızda mısır, önünüzde bir dolu mendil, yanınızda sevgilinizle izleyin... Ama izleyin!

Sevgiler...

Sitede ralli havası


Sitemizin yolları sonunda "Camel Trophy" havasından çıkıp bir "Ralli pisti" edası takındı.. Sonunda çukurlardan, dağlardan, bayırlardan oluşan yollarımıza asvalt atıldı.. Tüm arabalar siteden aşağıya doğru uzaklara parketti, bu haftasonu kimin arabalı olduğu önemli olmadı, herkes her sabah beraber yürüdü site yollarında, insanlar daha çok selamlaştı, daha sağlıklı yaşadı..
Gözümün önünde bomboş yollardaki gıcır gıcır asvalt kaldı...

12 Haziran 2008 Perşembe

Whistler ve Hayal defteri

Hayalleri bilinçaltından bilince yükseltme zamanı!
Hayal ettiğimiz o kadar çok şey var ki.. Kimi bize göre imkanlı, kimi tamamen imkansız hayaller.. Birçok yerde bunu okumaya başladım bu sıralar, hayallerimizi görselleştirmeliyiz deniyor. Bilinçaltındaki karmaşadan çıkarıp bilince sürüklemek için beynimize (ve evrene ;)) hangi hayali gerçekten istediğimizi göstermek için ilk önce bir "Hayal Listesi" yapmamız gerektiğini...
Hayal listemi hazırlamaya başladım.. Şimdilik ufak ufak ama her aklıma geleni yazarak büyütmek istiyorum. Çevremdeki birkaç kişiyi de zorluyorum yazsınlar hayallerini diye :) Defter bile aldım!
  • Yunuslarla açık denizde yüzmek
  • Whistler'a board yapmaya gitmek
  • Karavan, bus, vos almak
  • Hurdaya çıkan vosları ev dekorasyonunda kullanmak
  • Tasarım stüdyosu kurmak
  • Tasarım ödülü almak
  • Dövme yaptırmak için ideal deseni yapmak
  • Eğitim, kültür ve eğlenceyi birleştiren bir mekan açmak
  • Emrehan Halıcı ile tanışmak
  • İnci Mutlu ile tanışmak
  • 65kg olmak :)
  • Şelaleden atlamak
  • Kapadokya'da balon turu yapmak
  • İlham verebilmek
  • 3D çizim programlarının ustası olmak
  • Kendi websayfamı html ile yapmak
  • Bir beyazeşya firmasının tasarım ekibinde çalışmak
Sanki buraya yazmazsam başka hiçbirşey olamayacakmış gibi de bir paniğim var! Sağlıklı olmak mutlu olmak gibi hedefler yazmak bile istiyorum!:) Hatta yazıyorum...
  • Sevdiklerimle huzurlu, sağlıklı, mutlu bir yaşam sürmek
  • Mutluluğun bakış açımda olduğunu unutmamak
İkinci aşama ise bu hedefleri görselleştirmek... Bu bir fotoğraf olabilir, bir çizim olabilir, size o hedefinizi anımsatacak ufak bir obje olabilir... Ancak o hedefin hep aklınızda olmasını sağlamanız gerek...Bu aşama için de birkaç resim kesip defterime, odama yapıştırdım... Bu da son projem


Bazı hayallerimin tek kişilik olmadığını belirtmeme gerek yok sanıyorum :)

Ufak bir rica..Siz de hayallerinizi yazın. Yorumlarda paylaşırsanız çok çok sevinirim, ama paylaşmasanız da yazın bir kenara...

11 Haziran 2008 Çarşamba

Nuit Blanche


Let the life flow ower you...be the harmony...be the peace...


Just go with the tide... collect the minerals that water offers you... they will give you the strength to go your own way some day

Think yourself as you don't have any talents... that way you are free to discover your talents

When creating something do not think about the good comments...do not think about the bad comments... just think about the creation

Feeling sad or feeling angry is just a waste of time

Make some decisions and stick with them but do not try to resist the flow

You can do anything you set your mind on... anything

Enjoy! :)

PS: I Love You



Dün gece crunchlarda bu filmi izledik..İki adet bay"65 dakikasını kaçırdığımız maçın son 25 dakikasını izlememiz ölüm kalım meselesi!" aynen cümlede geçen eylemi gerçekleştirirlerken biz de kızlar olarak geçtik dizüstümüzün karşısına ve ağlamaya hazır bünyemizi huzura erdirdik :)

Film biraz sabunköpüğü tadında romantik komedi. Romantik komedi derken film boyunca 10 dakika arayla hıçkıra hıçkıra ağlayıp, kahkahalarla gülüp, yeniden ağlayıp.....diye uzayan kişilik bozuklukları yaşatan bir film.

Filmin konusunu ilk duyduğumda tepkim "hayatta olmaz! bu filme gidersem bir daha kendime gelemem" olmuştu.. Esas oğlanımızın öldükten sonra eşine bıraktığı mektuplar üzerine kurulu film, bendeniz gibi sevdiklerini kaybetme konusunda manik olan birisinde şok etkisi yaratır diye düşünmüştüm.. Beklediğimden daha hafif ve eğlenceli bir filmdi.. Kızkıza izlemek için ve sonrasında telefona sarılıp "aşkım ben seni çok seviyorum" naraları atmak için birebir..

En sevdiğim sahnesi ise Hollynin kariyerini belirlemek için hazırladığı kartonlara baktığı sahne sanıyorum..Filmin başlangıç sahnesini ise çevremdeki tüm çiftlere adıyorum :)

"You gotta be rich to be insane, Hol. Losing your mind is not a luxury for the middle class. "

"All I know is, if you don't figure out this something, you'll just stay ordinary, and it doesn't matter if its a work of art or a taco, or a pair of socks! Just create something... new, and there it is, and its you, out in the world, out side of you and you can look at it, or hear it, or read it, or feel it... and you know a little more about... you. A little bit more than anyone else does..."

İki şahane fikir

Birincisi

Bu sim kartından küpeler! Bayıldım:) evde çalışmayan iki adet kartım var! hemen ısıtılmış çivi ile onlara delik açıp kullanıma hazır hale getirmeyi planlıyorum (tabi odamı toparlayıp kartların durduğu odanın o gözükmeyen köşesindeki dolaba ulaşabilirsem!)

İkincisi


Bu ayakkabılar kenarında görmüş olduğunuz 5 adet zımbanın etrafından geçirilmiş dayanıklı bir malzeme ile (bkz kauçuk, plastik vs, resimdeki zımbalar arasındaki siyah kısımlar) "her gün farklı bir ayakkabı" konseptini yaratmış. Zımbaların arasındaki "ipler"den istediğiniz tür kurdela,örgü,ip,nakış geçirerek ve istediğiniz biçimlerde geçirerek farklı tarzlarda ayakkabılar yaratmak mümkün! Bantlarını parçaladığım ayakkabılarıma gün doğdu! Hemen bir ayakkabıcıya gidip ufak zımbalar çaktırıp yeni modanın Türkiye elçisi olacağım! :)

10 Haziran 2008 Salı

Tüketim toplumuna hayır!


Birkaç ay önce bir karar aldım, evde kullanmadığım (kısa gelen, modelinden sıkıldığım, popomdan geçmeyen) kıyafetlerimin hepsini giyilir hale getirmeden yeni kıyafet almak haram sana dedim kendime! Tüketim toplumu olmak nereye kadar dedim!! Nitekim bu sebepten alışverişten soğudum :) Neyse ki T kendine birşeyler almak istiyor, ona kıyafet bakarken kendime geliyorum ;) Şu ana kadar {yalnızca} bir etek (beli bir garip) bir gömlekbluz (çok mu dar oldu ne!) bir de önü kapanmayan bolero tamir etmiş gururlu bir insan olarak Hayrettin Karaca (TEMA Vakfı'nın kurucusu) ile yapılan söyleşiyi de okuduktan sonra belki makyaj malzemelerimi de kendim yapabilirim diye kafama bir kurt soktum, onunla yaşıyorum bu sıralar.

Kendi rujunu kendin yap kapsamında bulduklarım:

Gerekenler:
2 ölçü kenevir tohumu, avocado yağı veya badem yağı
1 ölçü saf hindistan cevizi yağı
1.5 ölçü balmumu
1/4 çay kaşığı biberiye özü
birkaç damla E vitamini yağı
koku vermesi için birkaç damla bitkisel yağ (nane, portakal, limon, greyfurt, vanilya vs)
Orjinali burada

Balmumunu çok kısık ateşte kaynatmamaya dikkat ederek eritiyoruz. Eridikten sonra bitkisel yağ haricindeki malzemeleri içine ekleyerek ısıtmaya devam ediyoruz (Bu arada büyükçe bir cezve gibi ağızında dökmeyi kolaylaştıracak bir kap kullanmak daha faydalı oluyor). Daha sonra ısıdan etkilenmeyen bir kaba boşalttığımız karışıma bitkisel yağı ekliyoruz ve iyice karıştırıp hemen tüplere ya da ufak kaplara döküyoruz. Karışımı dökmek için bitmiş ruj kaplarını, eski far kaplarını sıcak suda bekletip temizleyip kullanabilirsiniz. Üzerini düzeltip (elimizle değil! :)) soğumasını bekledikten sonra! Ta daaa! Rujunuz hazır! Tek problem tamamen renksiz olması!

Bu sorun için ise araştırmacı gazeteciliğim devam ediyor! Gıda boyasının fazla kullanımı tavsiye edilmediği için doğal fransız kili veya mika kullanılabilir deniyor. En kısa zamanda bir aktara gidip neler var neler yok bakmayı düşünüyorum.

Karışımın içine bal ve zeytinyağı koymanın da güzel etkiler yaratabileceği ihtimal dahilinde..

9 Haziran 2008 Pazartesi

Cafe Anki özlemi

Cafe Anki..

Kızılay'daki Tunalı standartlarındaki belki de tek kafe. Ankara'da gidilesi yerler listesinde hep yer alan, mutlaka kendinden sonra bahsedilen 3 kafenin Tunalı'da olduğu, belki Kızılay gibi değer bilmez bir yer yerine Tunalı'da açılsaydı şimdi yerinde şekilsiz bir otoparkın bulunmayacağı mekan..
Açılsa ya tekrar Tunalı'da mesela.. Makarna hüpleten keçiyi özledim, kışın kahve içerken dışarıda üşümeyelim diye verilen ekoseli battaniyelerini, Ankara'nın en güzel ve yaratıcı tatlılarını, tost ekmeği arası kaşar ve salamın mikrodalgaya verilmesiyle oluşan mükemmel kahvaltıyı, yılbaşı süslemelerini, suflesini, huzurunu, tonton sandviçi, yebeni tostunu, masalarının üzerinde uyumayı,şiir dinletilerini, pepsi tüplerini, tuvaletin yanındaki Ankara haritasını...

Değerini daha çok bilseymişim keşke Ankimmm!! Özledim!

Suyunu Boşa Harcama

5 Haziran 2008 Perşembe

Picnik, online resim düzenleme sitesi



Picnik diye minik ve sempatik bir site var ki ne büyük ve güzel işler başarıyor! Sitede bilgisayara program yüklemeye gerek kalmadan, hatta eğer resimleri saklamak gibi bir amaç yoksa üye bile olmadan istediğiniz resim üzerinde oynama yapabiliyorsunuz. Yamuk scan edilmiş yazıları düzeltebiliyoruz, sepya, siyah beyaz, heat map ve benzeri 20 civarındaki efekti uygulayabiliyoruz, minik şekiller, yazılar.... Aklınıza gelen oynamayı yapabiliyorsunuz! tek kelimeyle şağhağne! :)
www.picnik.com adresine girip bilgisayardan ya da internetten aktardığınız resimlerle oynamak da kolay kullanımı ile oldukça basitleştirilmiş.Benim birkaç kere hayatımı kurtardı..
Hatta yeni şablonumu orada hazırlamayı planlıyorum..
Tavsiye ederimm!